PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Kadının Ekonomideki Yeri


Mr.Muhendis
20.10.2009, 14:54
TÜRKİYE'DE KADIN

1. GİRİŞ

Kadının toplumdaki yerinin, temelde o toplumda geçerli olan üretim tarzınca belirlendiği daha önce söylenmişti. Tarihsel değişmenin incelenmesi bu tezin doğruluğunu gösterdi. Başka bir deyişle, kadının ekonomik yapı ve yaşam içindeki yerini ve rolünü incelemeden, kadının toplumsal yapı veya yaşam içindeki yerini, rolünü ve kadına ilişkin üst yapı kurumlarını ve değer yargılarını doğru olarak algılama ve anlama olanağı yoktur. Öyleyse, burada ilk olarak kadının üretim sürecine katılmasının boyutlarını, bu katılmanın ortaya çıkış biçimlerini açığa çıkartmak gerekmektedir.
Ancak, üst yapıdaki gelişmelerin alt yapı değişmelerini belli bir gecikme ile izlediği bilinmektedir. Bu nedenledir ki, günümüzün üst yapısını oluşturan kurum, davranış, tutum ve değer yargıları geçmişin izlerini taşımaktadır. Eskinin kalıntıları günümüz toplumunda da şu ya da bu biçimde varlıklarını sürdürmekte, yaşamımızı etkilemektedir. Bu nedenle, günümüz toplumunda kadının yeri ve rolü üzerinde durmadan önce, Osmanlı toplumundaki duruma ve 1923 den bu yana çıkan yeni oluşumlara kısaca göz atmak, günümüzü anlamak için hem yararlı hem de gereklidir.

2. OSMANLI TOPLUMUNDA KADIN VE CUMHURİYET DÖNEMİNİN GETİRDİĞİ DEĞİŞİKLİKLER

Osmanlı toplum yaşamında din çok etkin bir kurumdur. Devletin yönetimi dini kurallara bağlıdır. Ancak, İslâmiyet, erkeği kadından üstün sayar Bunun en belirgin kanıtları, kadının miras hukukuna göre erkeğin aldığının yarısını alması, mahkemede iki kadın tanığın bir erkek tanığa eşit olabilmesidir. Erkeğin kadından üstün olması, ekonomik nedenlere; erkeğin kadını beslemesine, ona kendi malından sarf etmesine dayanmaktadır. Ama gerek Selçuklularda, gerek Osmanlılarda emekçi kitleler arasında kadın, en az erkek kadar hatta daha çok çalışır, üretir, bir değer yaratır. Bu değere vergiler yoluyla el koyan hem kadın hem erkeği sömüren merkezi feodal otorite, devlettir.
Osmanlı toplumunda kadını, saraylı kadın ve emekçi kadın olarak ayrı değerlendirmek gerekir. Üretime hiçbir katkısı olmayan saraylı kadının işlevi, bütün gününü giyinmek, süslenmekle geçirmek, geceleri de erkeğini memnun etmektir. Emekçi kadınsa bütün gün tarlada evde çalışır, yorulur, horlanır, aşağılanır, bunlardan kurtulmak için bırakınız mücadeleyi, düşünmeyi bile bilemez. Ve 600 yıllık; Osmanlı İmparatorluğu döneminde, sosyal hayattan bu denli kopuk olduğu için, elbette düşünsel bir ürün veya sanat yapıtı koyamaz ortaya.
Tanzifatla birlikte, çok sınırlı olsa da bazı haklar verilmeye başlanmıştır kadınlara. Batıya açılmanın sonucu, İstanbul'daki ticaret burjuvazisinin bu hakları desteklemesinin en önemli nedenleri: gelişen kapitalist ilişkilerin emeğin özgürleşmesini zorunlu kılması ve belli bir eğitim düzeyine gelmiş işgücüne gereksinim duyulmasıdır
1923'lerden sonra hızlanan kapitalist gelişim ve üst yapıdaki değişiklikler: 1926'da medenî kanunun kabulü, 1934'te kadınlara da seçme ve seçilme haklarının verilmesi, kadın erkek ayrımı yapılmaksızın kitlelerin eğitiminin amaçlanması v.b. dir. Gelişen kapitalist ilişkiler Türk kadınının toplumsal konumuna bazı değişiklikler getirmiştir ama geçmişte varolan çifte tutsaklık, nitelik değiştirerek süregitmiştir. Çünkü medenî kanun çok karılı evliliği yasaklasa bile toplumda erkeğin egemenliğine dayalı ataerkil aile geçerlidir. Emekçi kadınların, seçim yoluyla başa geçip kendi yararına yasalar çıkarması kapitalist düzen içinde mümkün değildir. Üstelik unutmamak gerekir ki 1970'de bile okuma yazma bilen kadınların oranı sadece %29'dır.
Cumhuriyet döneminde, kadını iktisaden faal olmaya iten Cumhuriyetin getirdiği yasal haklardan öte, gelişen kapitalist üretim ilişkileridir. Bu da incelemenin diğer bölümlerinde ayrıntılarıyla ele alınacaktır
3. GÜNÜMÜZDE KADININ DURUMU

A. SANAYİDE KADIN - KENTSEL AİLE

Günümüz toplumuna gelince... 1965 nüfus sayımına göre, Türkiye'nin 15 ve daha yukarı yaşlardaki faal nüfusun %38'ini oluşturan kadınların %94'ü tarım, %1,5'u imalât sanayi, %2.5'u ise hizmetler kesimindedir. Oysa faal nüfusun %62'sini oluşturan erkekler için bu oranlar sıracıyla %58, %16 ve %16.5'tur. Kadınların tarım kesiminde yığılmasının bir nedeni Türkiye'deki kırsal yerleşme birimlerinin önemi, bir diğeri ise özellikle küçük kentlerde bile tarım ve benzeri faaliyetlerin ana iktisadî faaliyet kolunu oluşturmalarıdır. Her iki durumda da kadınların tarım dışında çalışma olanağı hemen hemen yok denecek kadar azdır.
Bu durum kadınların mesleklerine de yansımaktadır, örneğin, gene 1965 sayımına göre "çiftçiler, ormancılar, avcılar ve balıkçılar" grubu dışında kalan tüm meslek gruplarında kadınların yerinin çok sınırlı olduğu görülmektedir. Kadınlar arasında işçilerin oranı %5 dolaylarındadır. Bunun nedeni, tarımdaki kadınların büyük bir bölümünün aileye ait topraklarda çalışan "aile işçisi" niteliği taşımasıdır.
Kentlerdeki kadınların üretim süreci içindeki yerini "Hane halkı İşgücü Anketleri" yardımıyla görebiliriz. Seçilen örnek içinde özellikle büyük kentler önemli bir yer kapsadığı için bu anketlerin esas olarak bu tür kentlerdeki durumu ortaya koyduğu söylenebilir.
1969 anket sonuçlarına göre kentlerdeki faal nüfusun %51'ini oluşturan kadınların %90'ı işgücüne dahil değildir. Bunun altında yatan neden ise kadınların ev işlerine tutsaklığıdır. Çünkü 15 ve daha yukarı yaşlardaki kadınların %81'i, bu anketlerde "ev kadını" diye nitelendirilmekte, yani ev dışında başka bir işle uğraşmamaktadır.
Bunun gerek kadınların kendileri ve gerek ülke ekonomisi açısından önemli bir kaynak israfına yol açtığı açıktır. Bir başka sonucu ise sürekli olarak evde çalışan kadınların ruhsal durumu ve yapıları üzerindeki olumsuz etkileridir. Kadınların ev dışındaki ve özellikle sanayideki işlerde çalışmaları bu açıdan çözüm olmamaktadır. Çünkü kapitalist toplumlarda işin ve ücretli emeğin insanın kişiliği üzerindeki olumsuz, yabancılaştırıcı etkisi de çok iyi bilinmektedir.
Bazı Veriler
Nüfus
Toplam Erkek Kadın
1970 35.605 18.007 17.598
1975 40.348 20.745 19.603
1980 44.737 22.695 22.042
1985 50.664 25.672 24.992
1990 56.473 28.607 27.866
2000 67.804 34.347 33.457
Kadın Nüfus
Toplam 0-14 yaş 15-64 yaş 65+ yaş
1970 17.598 7.244 9.492 863
1975 19.603 7.853 10.722 1.028
1980 22.042 8.451 12.352 1.239
1985 24.992 9.230 14.551 1.212
1990 27.866 9.591 16.931 1.344
2000 33.457 9.767 21.570 2.120
Çalışan nüfus
Toplam Erkek Kadın Kadınların Oranı
1970 14.809 9.052 5.759 38,9
1975 17.153 11.011 6.140 35,8
1980 18.346 11.575 6.771 36,9
1985 20.450 12.970 7.479 36,6
1990 23.241 14.852 8.387 36,1
2000 25.964 16.539 9.424 36,3
2000* 20.579 15.176 5.403 26,3
2001* 20.367 14.904 5.463 26,8
2002* 21.354 15.232 6.122 28,7
2003* 21.147 15.256 5.891 27,9
Çalışan kadınlarının kadın nüfusa oranı
Toplam Kadın Nüfus Çalışan Kadın Çalışan Kadınların Oranı
1970 17.598 5.759 32,7
1975 19.603 6.140 31,3
1980 22.042 6.771 30,7
1985 24.992 7.479 29,9
1990 27.866 8.387 30,1
2000 33.457 9.424 28,2
2000* 33.457 5.403 16,1
SİGORTALI İSÇİ SAYILARI (BİN)
Yıllar Erkek Kadın Toplam (%)
1965 791,5 104,3 895,8 11,64
1967 960,1 109,3 1.069,4 10,22
1968 1.091,0 115,2 1.206,2 9,55
1970 1.196,2 117,3 1.313,5 8,93
1972 1.389,3 135,7 1.525,0 8,89
1973 1.517,2 131,9 1.649,1 7,99
Kaynak: SSK İstatistik Yıllıkları.
Bunlara göre 1972 yılında sigortalı işçiler içinde kadınların oranı %9 dolayında. Bu oran 1973'te %8'e düşmektedir. Kadınların işgücü içindeki oram yukarıdaki orandan yüksek olduğuna göre, kadınlar için sigorta dışı kalma olayının erkeklere oranla daha yaygın olduğu söylenebilir. Bu ise çok sayıda kadının, ne denli eksik ve yetersiz olursa olsun, var olan sosyal güvenlik kapsamı içine alınmadığını gösterir.
Kadınların erken emekliliğe ayrılması konusundaki yasa, bu açıdan önem kazanmaktadır. En önemli sorun, tüm çalışanları sosyal güvenlik kapsamı içine almaktır. [sayfa 60] Ayrıca, kadınlar erkeklere göre daha az ücret almaktadırlar.Bu durumun bir başka göstergesi sosyal sigortalara tabi işyerlerinde kadınların günlük kazançlarının erkeklerinkinin %80 - 90'ı oranında olmasıdır Bir başka deyişle, kadınlar erkeklerden daha yoğun bir biçimde sömürülmektedirler.
B. KIRSAL KESİMDE KADIN

1970'de Türkiye'de toplam kadın nüfusu 17.598.190'dır. 1965'de ise 15.394.457 olup, toplam nüfusun %49'unu oluşturur. Yine 1965'de tarımda çalışan her 1000 kişiden 497'si kadındır. Kadın, erkekle eşit oranda çalışmaya katılmaktadır kırsal kesimde ama en güç ve zor yaşam koşullarına göğüs gerenler kadınlar olmaktadır. Bütün gün tarlada çapa sallamanın, pirinçte, pamukta ve tütünde çalışmanın yanı sıra hayvanlara bakmak, onları sağmak, yemek hazırlamak, çocukların bakımıyla ilgilenmek ve gece de bütün yorgunluğuna karşın kocasının isteklerini tatmin etmek zorundadır.
Ülkemizin çoğu yörelerinde, erkekler kahvede boş otururken, kadınların tarlada çalıştığı bilinen gerçektir. Kadın, el emeğinin karşılığı asla ödenmeyen "ücretsiz aile işçisidir". Feodal ilişkilerin etkinliğini koruduğu Güneydoğu Anadolu'dan tipik bir örnek olan Adıyaman'da, tarımda çalışan kadınların %97'si ücretsiz aile işçisidir. Dokuma işçisi kadınların %18'i aile işçisi, %50'si kendi hesabına %31'i ücretli çalışmaktadır. Ancak kendi hesabına ya da ücretli çalışanların aldığı paranın hepsini aile reisi olan erkeğe vermesi kaçınılmaz bir durumdur. [sayfa 65]
Tüm bunlara karşın kadının aile içindeki durumu nedir, bir de ona bakmak gereklidir. "Evde en çok kimin sözü geçer?" diye sorulduğunda erkeklerin verdiği cevaplardan çıkan sonuç şöyledir: Kadının sözünün geçtiği aile 1000 tanede 5. Aynı soru kadınlara yöneltildiğinde 1000 ailenin 32'sinde kadının sözünün geçtiği ileri sürülüyor
Hangi ahbaplarla, akrabalarla görüşüleceğine karar verme yetkisi hep erkektedir. 100 ailenin yalnızca 9'unda eve alınacak eşyaları seçenler kadınlar olabiliyor. Mutfak masraflarında da durum pek değişik değildir: 100 ailenin 44'ünde mutfak harcamalarının miktarını, cinsini tayin eden erkektir. 100 ailenin 24'ünde bu harcamaların takdiri kadına bırakılmıştır. İkisinin ortaklaşa karar verdikleri aile oranı 100'de 13'ü geçmiyor.
Kısaca, tarlada, ağılda, evde kendini tüketircesine çalışmasına karşın, kadının kişiliğine, özlemlerine, tercihlerine değer verilmiyor. [sayfa 66] Bir kez daha vurgulamalı, kentten kırsala gidildikçe kadın erkek arasındaki eğitim eşitsizliği büyümekte. Üstelik okul düzeyi yükseldikçe kızların oranı düşmektedir. Köylerde, 16 yaşından yukarı nüfus arasında okula devam edenlere bir göz atıldığında her 1000 kadının 402'si ilkokulu bitirebilirken yalnız 1000'de 5'i ortaokulu ve 1000'de 4'ü lise veya dengi bir okulu bitirebiliyor.
Böylesine eğitimden yoksun bırakılan kadının kendini geliştirme, yeteneklerini ortaya koyma olanağı erkeğe oranla çok daha düşük oluyor.
KÖYDE EVLİLİK VE AİLE

Evin yönetiminde ve işleyişinde en ufak söz hakkına sahip bulunmayan kadın, evlilik ve eş seçiminde de özgür değildir. Evlenme, bir iş akdi olarak kabul edildiğinden ana-baba kızlarını en çok başlık veren ya da maddi olanak sahibi olan kişiye vereceklerdir. Kızın kişisel görüşünün alınması veya onun tercihleri doğrultusunda eş seçimi söz konusu değildir. Bu da çeşitli kaçma-kaçırılma olayları doğurmakta, birçoğu gelenekler nedeniyle kanlı sonuçlanmaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Bölgelerimizde sevdiğine kaçan kız "ailenin namusunu kirletmiş" olduğu için öldürülür. Katı bir namus anlayışıdır ki, feodal dönemlerin ürünüdür, kocasından başkasıyla ya da evlenmeden önce sevdiğiyle cinsel ilişki kuran kadını yaşamaya lâyık görmez. Kadın, bunu boynu bükük kaderi olarak kabullenir.
Sevdiği ile kaçma olayı dışında, kadına zorla tecavüz edilirse, gelenekler yine kadını cezalandırır. Tecavüz edenler toplum tarafından cezalandıramazken, kadına verilen ceza ölümdür. Kadın "namusunu temizlemek" için ya kendini öldürmek zorunda ya da kocası veya babası tarafından öldürülmeyi kabullenmek durumundadır.
Oysa namusu, salt cinsel namus olarak değerlendirmek, bu kavramı son derece dar boyutlar içinde ele almak onun anlam kaybına uğramasına yol açmaktadır. (Karısından başkasına yan gözle bakmayan ama halkın yediği zeytinyağına motor yağı karıştıran tüccar elbette namuslu değildir...)
Köylerde, kendi rızası olmadan ailenin kararı ile evlendirilen kadınların oranı %11.8'dir. Ailenin kararı kendi rızasıyla evlenenlerin oranı ise %67.0'dır. Ne demektir "ailenin kararı, kendi rızası?" Kadınların %81.3'ünün 19 ve daha küçük yaşta evlendirildiği göz önüne alınırsa, yaşlarının ufaklığı ve hayatı tanımamaları nedeniyle başka seçenekleri olmadığı ortaya çıkar. Demek ki kadınların %78.8'i evlilik denen ortak yaşam mücadelesinde, omuz omuza birlikte çarpışacağı erkeği tanımadan ailenin istekleri doğrultusunda evlenmektedir. Genellikle, kız evlât aile için ücretsiz işçi olarak çalışacağı dönemde, evlilik nedeniyle ayrılmakta, baba ve anası başlık yoluyla tazmin edilmektedir. Üstelik kız gelin gittiği evde de ücretsiz işçi olarak çalışacağından, erkeğin ailesinin zararı da fazla olmamaktadır. Başlığın ortadan kalkması, ancak onu yaratan maddî koşulların, yoksulluğun ortadan kalkmasıyla gerçekleşecektir.
C. HİZMET SEKTÖRÜNDE KADIN

Bundan önceki bölümlerde, sanayi ve tarım kesiminde çalışan kadınların durumu incelendi. Şimdi ele bu iki kesim dışında genellikle hizmetler sektöründe çalışan kadınların durumuna bir göz atmak gerekir.
Sanayi ve Tarım kesimleri dışında çalışan kadın, genellikle, özel ya da devlet hizmetler sektöründe çalışmaktadır. Ve bu sektörde çalışan kadınların sayısı giderek artmaktadır. Burada çalışan kadınların büyük bir çoğunluğu sadece ekonomik zorunluluklar, yani kocanın aldığı maaşın ailenin geçimini karşılamaması sonucu çalışma hayatına itilmişlerdir.
Çalışma nedeninin ekonomik zorunluluklar olduğuna dair bir başka gösterge de, kendilerine sorulduğunda, geçim sıkıntısı sona erdiğinde çalışmaktan vazgeçeceklerini söylemeleridir. Üstelik kadınlar, çalışacakları yeri ve işi ] seçerken, bunun olanaklar ölçüsünde kendilerine toplumda verilen rollere uygun görevler olmasına dikkat etmektedirler. Bakanlıklarda çalışan kadın personelin dağılımına bakılacak olursa, şu gerçek ortaya çıkar. Kadınlar en çok Mülî Eğitim Bakanlığı (%31.6), Turizm ve Tanıtma Bakanlığı (%26.3)[ ve Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığında (%22.2) yoğunlaşmaktadır. Bu sayılardan da görüldüğü gibi, "kadın görevliler genellikle sosyal görünümlü ve içerikli, erkekler tarafından yavaş yavaş terk edilen hizmet kesimlerine giderek daha yüksek oranlarda yönelme eğilimindedirler."Kendisini eş ve anne olarak gören kadının, iş hayatında ilerleme, yükselme gibi istekleri yok denecek kadar azdır. Bizzat kamu kesiminde çalışan kadınların kendileri, yüksek kademelerde kadın görevlilere az rastlanmasını, kadının evlenince ya da çocuk sahibi olunca işlerini bırakmalarına ve tarihi gelişim içinde ülkemizde kadınların çalışma hayatına geç girmelerine bağlamışlardır.Eğitim düzeyi yükseldikçe, kadının kendisine bakışında da sürekli değişiklikler gözlemek olanağı vardır, örneğin, yine kamu kadın personeli arasında yapılan araştırmaya göre, çalışma yaşamını sürdürmek isteyenler %83.33 ile en çok yüksek eğitim görmüşler arasındadır. Çalışma yaşamını sürdürmek istemeyenlerin en yüksek olduğu grup ise enstitü mezunlarıdır (%47.3).
Unutmamak gerekir ki enstitüde toplumdaki alışılmış kadın tanımına uygun yani, anne ve eş niteliklerine uygun bir eğitim sürdürülmektedir: Ayrıca bir enstitü mezununun yapabileceği işte sıkıcı ve tekdüze memurluklar olmaktadır. Bu nedenlerle enstitüden mezun kadınlar ekonomik zorunluluk ortadan kalkar kalkmaz eve dönmeyi yeğlemektedir. Yüksek öğrenimliler ise eğitimlerini değerlendirmek için çalışmayı sürdürmek istemektedirler. O halde, tarım ve sanayi kesimleri dışında çalışan kadının en önemli sorunu (ki bu sorun tarım ve sanayide çalışan kadınlar için de geçerli olabilir) toplum tarafından öncelikle anne ve eş olarak koşullandırılması, bu koşullanma sonucu, onlarında kendilerini bu görevlerle yükümlü kılmalarıdır. Kadının çalışma yaşamına girmesinde temel neden, bir kişi olarak, bir uğraşa ve ekonomik bağımsızlığa kavuşma isteği değil, ailenin geçimiyle yükümlü erkeğin gelirine katkıda bulunma zorunluluğudur. Kadının çalışması, sorunlarını çözümlememektedir, çünkü toplumdaki egemen değer yargıları kadının çalıştığı işe ve topluma yaptığı katkıya rağmen, yine de kadın (dişi), öteki cins olarak ele alınmasına yol açmaktadır.
O halde, kadının kurtuluşu, çalışsa dahi, bu düzende mümkün değildir.

YASALAR

Gerek toplumumuzda gerekse diğer kapitalist toplumlarda kadınla erkek arasında, yasalarda da kadın aleyhine bir eşitsizlik söz konusudur. İsviçre Medenî Kanunundan esinlenerek hazırlanmış T.C. Medenî Kanununun incelenmesi, açıkça gösterecektir ki yasalar insanlar, sadece insan - insan ilişkisini düzenlemek için değil aynı zamanda bir sınıfın diğer sınıfa, bir cinsin diğer cinse egemenliğini sağlamak için de çıkarılmaktadır. 152 - 153 - 154. maddeler kadın ve çocuğun geçimi, oturulacak evin seçimi, birliğin reisi ve temsilcisi olan kocaya aittir demektedir. Zaten kadın istese de ayrı evde oturamaz çünkü yasalar, kocanın ikametgâhını kadının zorunlu ikametgâhı kabul eder. Kadın yasalara göre eve bakmakla yükümlüdür. Koca, ev işleri hizmetinin karşılığında, kadının güvencesini sağlayacaktır. Bu işbölümü, kadını kesinlikle eve bağlar niteliktedir.
Kadının eve bakacağını söyleyen aynı yasanın 190. maddesi şöyledir: Koca, kadından uygun oranda aile masrafına katılmasını isteyebilir. Yani ekonomik zorunluluk sonucu kadın ev işleri hizmetlerine ek olarak para kazanmaya mecbur edilebilir. Peki ya kadın çalışmayı kendisi istiyorsa? Yasalar, yargıca, kadına çalışma izni verme hakkını tanıyor.
VIII. SONUÇ

"Modern karı-koca ailesi, açık yada gizli, kadının evcil köleliği üzerine kurulmuştur Kapitalist toplumun en önemli özelliklerinden birisi, her şey gibi insanı da metalaştırmasıdır. Kapitalist üretim biçiminin egemen olduğu Türkiye'de de kadın hem sermayenin sömürüsü hem de karşı cinsin baskı ve tutsaklığı altındadır. Ekonomik zorunluluklar nedeni ile çalışma hayatına giren kadınlar, var olan üstyapı kurumlarının baskısı altında ikincil durumlarını değiştirememektedirler. Çalışma hayatına girmek kadının özgürleşmesinin bir ön koşulu olmakla birlikte, bugünkü koşullar altında kadının kurtuluşunu getirmemektedir. Kadın ile erkek arasındaki yasal eşitsizliği kaldırmaya yönelik çabalar da başarısız kalmakta, yalnızca gerçek eşitsizliği ortaya çıkarmaktadır. Yasal eşitlik sağlansa bile, evliliğin sonucu olan cinsel tutsaklık, fuhuş, kadının erkeğe olan ekonomik bağımlılığı ve kadının iş hayatında sömürülmesi,kapitalist toplumun sınırları içinde kalındığı sürece ortadan kaldırılamaz. Kadınların gerçek anlamda kurtuluşu sosyalist toplumda yaratılacak ortamda mümkün olacaktır. Kadınların yaygın bir biçimde üretime ve kamu hayatına katılması, toplumsal yaşamın her düzeyinde ve aşamasında söz sahibi olması onları erkeklerle gerçekten eşit kılacaktır. Nihai amaç, yalnızca kadınla erkeğe eşit hak sağlamak değil, insanı insana muhtaç kılarak sömürüye neden olan tüm bağları kırmak, her iki cinsi, kısacası tüm insanları özgür kılmaktır. "Çünkü iki cinsin toplumsal eşitlik ve bağımsızlığı sağlanmadıkça insanlar için kurtuluş, yoktur. İnsanların kurtuluşu mücadelesinde en ön safta çarpışan devrimcilerin, mücadelenin ancak kadın, erkek omuz omuza çarpışarak kazanılacağının bilincine varması, bu yöndeki kişisel şartlandırmalarını kırmasının yanı sıra kitleleri de eğitmesi, önde gelen görevlerindendir. Kadınların gerçek anlamda kurtuluşu sosyalist toplumda yaratılacak ortamda mümkün olacaktır. Kadınların yaygın bir biçimde üretime ve kamu hayatına katılması, toplumsal yaşamın her düzeyinde ve aşamasında söz sahibi olması onları erkeklerle gerçekten eşit kılacaktır. Ev işlerinin ve çocuk bakımının kamu görevi olarak, uzman kişilerce yapılması bu sorunun çözümüne büyük bir katkı yapacaktır. Bu koşullar altında, maddî çıkar ilişkisine dayanan ve ekonomik bir birim olan burjuva ailesi yerini, iki kişinin özgür seçimine dayanan, maddî çıkar kaygılarından, dinsel önyargılardan, ataerkil yasaklar ve değerlerden, yasal engellerden, gayri meşru çocuk sorunundan arınmış, eşlerin karşılıklı sevgi ve saygısı üzerine kurulmuş beraberliğe bırakacaktır. Doğaldır ki, bu tür bir beraberlikte, kadının cinsel tutsaklığı, fuhuş, kadın ve erkeğin cinsel meta haline gelmesi de sözkonusu olmayacaktır.
Nihai amaç, yalnızca kadınla erkeğe eşit hak sağlamak değil, insanı insana muhtaç kılarak sömürüye neden olan tüm bağları kırmak, her iki cinsi, kısacası tüm insanları özgür kılmaktır. "Çünkü iki cinsin toplumsal eşitlik ve bağımsızlığı sağlanmadıkça insanlar için kurtuluş, yoktur."


8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nün ardından
8 MART DÜNYA KADINLAR GÜNÜ KUTLAMALARINDA, GÜVENLİK KUVVETLERİNİN GÖSTERİCİLERE KARŞI KULLANDIĞI ŞİDDET, AVRUPA ÜZERİNDEN TÜRKİYE GÜNDEMİNE OTURDU. 8 MART BİR KEZ DAHA ÖNEM KAZANDI. BİZ DE GEREĞİNİ YAPARAK SAYFALARIMIZI 8 MART'A AYIRDIK.

Bu ülkede kadınlar hala erkek töreleri, erkek namusu adına öldürülüyor. Miting meydanlarında dövülüyor biber gazına maruz kalıyor. Sessizce, tarihsiz belgesiz intihara zorlanıyor. İşyerinde tacize, ev içinde şiddete ve tecavüze uğruyor. Konuşmaya kalktığında, isyan etmek istediğinde hala kötü kadın damgası vuruluyor. Bu ülkede 8 Mart Dünya Kadınlar Günü çeşitli büyük alış-veriş merkezlerinin konserler düzenlediği, kadınlara özel indirimler yapıldığı, içi boşaltılmaya çalışılan lay lay bir gün haline getirilmeye çalışılıyor. Kadınlar, alanlarda dayak yiyor gözaltına alınıyor. Kız çocukları hala okutulmuyor. Bu ülkede kadınlar hala, eşit işe, eşit ücret talep ediyor. Kadın olduklarını hissetmek istiyor. Sevgi adına, aşk adına erkeğe köle olmak, töre adına, erkek namusu adına, öldürülmek istemiyor. Kadınlar savaş istemiyor. Analar komşu çocukları ile birlikte gönderdiği oğullarının savaşta faili meçhul, gazi ya da şehit olmasını istemiyor. Dünya'da kadın nüfusunun yüzde 60'a yakını şiddete maruz
Kalıyor. Birleşmiş Milletler tarafından yapılan bir araştırmaya göre;
Dünyadaki işlerin yüzde 66'sı kadınlar tarafından görülüyor.
Buna karşın kadınlar dünyadaki toplam gelirin ancak yüzde 10'una sahipler.
Dünya'daki mal varlığının ise % 1'ine sahipler.
Başka bir deyişle dünyadaki işlerin % 34'ü erkekler tarafından görülüyor ama erkekler dünyadaki toplam gelirin % 90'ına ve toplam mal varlığının % 99'una sahipler.