PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Küresel Isınma, Su Kaynakları ve Tarımla Etkileşimi


Zooteknist
15.10.2010, 22:51
Küresel Isınma

Küresel ısınmayı en basit şekliyle “atmosferin alt kısımları ile okyanuslar, denizler ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklık artışı” olarak tanımlayabiliriz. Dünyamız 4,65 milyar yıllık tarihi boyunca birçok kez ısındı ve soğudu. Bugüne dek meydana gelen iklim değişiklikleri:

• Dünya eksenindeki küçük değişiklikler,
• Güneş ışınlarının şiddetindeki değişiklikler ve
• Yanardağ-volkanik patlamalar nedeniyle meydana gelmiştir.

Bugün dünyamız yine ısınma sürecine girmiştir. Ancak bugün yaşanan ısınma, yukarıda belirtilen doğal nedenlerle değil, insan faaliyetleri sonucu meydana gelen sera gazları ve bunların oluşturduğu sera etkisi nedeniyledir.

Sera Gazları ve Sera Etkisi

Atmosferdeki kimi gazlar, tıpkı seradaki camlar gibi dünya yüzeyine ulaşıp tekrar uzaya geri yansıyan ışınların bir bölümünü engelliyor ve dünyanın ortalama sıcaklığının artmasına yol açıyorlar. Sera etkisi oluşturan başlıca gazları su buharı, karbon dioksit, metan ve azot oksitler şeklinde sıralayabiliriz.
Isınma ve buna bağlı buharlaşmanın etkisiyle atmosferde en fazla bulunan sera gazı su buharıdır. Doğal olarak atmosfere dahil olmalarının yanında karbon dioksit, metan ve azot oksitler fosil yakıtlar, katı atıklar, ağaç ve ağaç ürünlerinin yakılması, motorlu taşıtların kullanılması gibi insan faaliyetleri sonucu da dahil olmaya başladılar. Aynı miktardaki karbon dioksite göre metan 23 kat, azot oksitler ise 300 kat daha fazla sera etkisi yaratabiliyor. 18. yüzyılın ortalarında gerçekleştirilen Sanayi Devrimi öncesi miktarları ile karşılaştırıldığında atmosferdeki miktarları karbon dioksitin %35, metanın %148, azot oksitlerin ise %18 oranında artmıştır.
Modern ve teknolojik bir hayatın devamı için gerekli bir takım üretim işlemleri sonucunda meydana çıkan perflorlu bileşikler, hidroflorokarbonlar, kloroflorokarbonlar da oldukça güçlü sera etkisi yaratabilmektedir.

Sektörel Bazda Sera Gazı Emisyonları

Atmosfere sera gazı katkılarını sektörel bazda incelersek %21 pay ile enerji üretim santrallerinin birinci, %17’lik pay ile sanayinin ikinci, %14’lük pay ile motorlu taşıtların üçüncü, %13’lük payla tarımsal üretimin dördüncü sırayı aldığını görüyoruz.Karbon dioksit emisyonlarında enerji üretim santralleri ile endüstriyel üretimin, metan ve azot oksit emisyonlarında da tarımsal faaliyetlerin ilk sırayı aldığını görmekteyiz.

Ölçümler Dünyamızın Isındığını Gösteriyor!

Aletsel ölçümün yapılabildiği 150 yıldan bu yana en sıcak 20 yılın, 1990’dan bu yana olan yıllar ve en sıcak 5 yılın ise 2000’li yıllar olduğunu görüyoruz. Tüm veriler ise 2007’nin en sıcak yıl olacağı sinyalini vermektedir. 20. yüzyılda sıcaklık 0.75 0C civarında arttı. Bilim insanları, tedbir alınmaksızın olumsuz koşulların bugünkü haliyle devam etmesi durumunda 2100 yılına kadar dünyanın ortalama sıcaklığının 2-4.5 0C arasında artacağını tahmin etmektedirler.

Sera Etkisinin Olumlu Etkisi

Dünya üzerindeki tüm yaşamlar sera etkisi ile yakından ilişkilidir. Sera etkisi olmayan bir dünya, yaklaşık 33 0C’lik bir soğuma ile karşı karşıya kalır ki, dünyanın ortalama yüzey sıcaklığının 15 0C civarında olduğunu göz önüne alırsak bu da dünyamızın bir kutuptan diğerine buzlarla kaplanması, hayatın son bulması anlamına gelmektedir.
Diğer taraftan ise sera gazlarının atmosferde aşırı bir şekilde artması sürekli ısınma şeklinde dengelerin bozulması tehdidini yaratmaktadır.

Isınmanın Yerküredeki Olumsuzluklar Etkileri

Küresel ısınmaya bağlı olarak özellikle son yarım yüzyılda kuzey yarıküredeki kar örtüsü %10 civarında azaldı. Göl ve nehirlerin yıllık buzla kaplı kalma sürelerinde yaklaşık 2 haftalık bir kısalma oldu. Yine son yarım yüzyılda dağ ve deniz buzullarında %10-15 oranında küçülme yaşandı.
Buzullardaki erimeyle bağlantılı olarak 20. yüzyılda deniz seviyesinde de ortalama 17 cm’lik bir artış görüldü. Deniz seviyesindeki yükselme ekolojik yaşam ile birçok kıyı yerleşimini olumsuz yönde etkileyecek. Bilimsel araştırmalar günümüzden 125 bin yıl önce buzulların erimesiyle bağlantılı olarak denizlerin bugünkü seviyelerinden 4-6 m daha yüksek olduğunu göstermektedir. 21. yüzyılda da deniz seviyesinde 18-59 cm arasında yükselme olacağı tahmin edilmektedir.
Kar örtüsündeki ve yağışlardaki azalma su kaynaklarını da olumsuz etkilemektedir. Örneğin, dünyanın en büyük dördüncü gölü olan Aral, kendini besleyen su kaynaklarının bilinçsiz kullanımı nedeniyle tamamen kurumuş, balıkçı tekneleri göl tabanındaki kumların üzerine oturmuştur.
Sürekli ısınan bir dünyada yağış miktarı da artacak. Ancak, bu yağış genellikle sağanak şeklinde olacağından sık sık sellerle karşılaşılacak. Sert ve devamlı rüzgarlar suyun topraktan buharlaşma hızını artıracak, sel ve kuraklık bir arada yaşanacak. Gücünü suyun buharlaşmasından alan kasırgalar daha sık ve daha güçlü görülecek.
Sıcaklık ve nemin artmasıyla tarım alanlarına ve ormanlara daha fazla böcek ve hastalık musallat olacak. Sıcağın etkisiyle bitkiler, hayvanlar ve böcekler dağlık bölgelere ve daha kuzeye göç edecekler. Ancak, göç yolları üzerinde büyük kentler ve geniş tarım alanlarıyla karşılaşanlar buraları aşamayacaklarından yok olacaklar.
İlerleyen süreçte insanlar da iklim göçleri yaşayacak. 2003 yılında Avrupa’da yaşanan sıcak dalgaları, kimi kaynaklara göre 35 bin kimi kaynaklara göre ise 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Aynı yıl İskoçya’da ise akarsulardaki ısınmanın etkisiyle sulardaki oksijenin çözünebilirliğinin azalmasından kaynaklı toplu somon balığı ölümleri görülmüştür.

Türkiye’deki Etkiler

Türkiye, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin en fazla görüleceği Akdeniz kuşağında yer almaktadır. Ülkemiz küresel ısınmanın kuraklık, su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınlarının artması, yeni haşere ve hastalıkların görülmesi gibi olumsuz yönlerinden oldukça fazla etkilenecek.
Dünyadaki suyun %97.5’i tuzlu, ancak %2.5’i tatlı sudur. Tatlı suların da ancak %0.3’ü ulaşabileceğimiz göller, akarsular ve barajlarda bulunmaktadır. Bir ülkenin su zengini sayılabilmesi için yılda ortalama kişi başına 10 bin m3 su potansiyeline sahip olması gerekir. Su potansiyeli bin m3’ün altında olan ülkeler “su fakiri” olarak kabul edilirler. Kişi başına düşen kullanılabilir su potansiyeli 3690 m3 olan ülkemiz, dünya ortalaması olan 7600 m3’ün oldukça altında olmasından dolayı su fakiri olmamakla birlikte su sıkıntısı bulunan ülkeler arasında yer almaktadır.
Geçtiğimiz yüzyılda Türkiye’de her 10 yılda sıcaklık 0.2 0C arttı ve yağışta da yaklaşık %10 azalma yaşandı. 2100 yılına kadar ülkemizde sıcaklığın 3-4.5 0C arasında artacağı, yağış miktarında da düşüş olacağı öngörülmektedir. Özellikle yaz kuraklığı artacaktır.
Türkiye, teknik ve ekonomik ölçütlere göre 8.5 milyon hektar sulanabilir araziye sahip. Ancak 83 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu alanın ancak %60’ı sulamaya açılmış durumda. Yatırım hızı göz önüne alındığında geri kalan kısmın tamamlanabilmesi için daha 80 yıla ihtiyaç olduğu görülmektedir. Oysa, dünyadaki sulanan alanlar ekili alanların sadece %17’sini oluşturmalarına karşın toplam bitkisel üretimin %40’ı bu alanlardan elde edilmektedir. Bu da bize suyun tarımdaki önemini göstermektedir. Diğer taraftan suyun, özellikle sıcak iklimlerde yanlış kullanımı da toprakta tuzlanmaya neden olmakta ve çölleşmeye yol açmaktadır. Fırat’ın iyi kalitedeki suyu bile 10 dekarlık bir araziye yılda 1.1 ton tuz dahil etmektedir.
Kuraklık tarımsal üretimde azalmalara neden olacaktır. Birim alandan daha düşük verim alınacağından tarım arazilerinin korunması ve amacı dışında kullanılmaması gerekmektedir. FAO’ya göre son yıllarda kişi başına düşen tarım arazisi gelişmiş ülkelerde %14.3, gelişmekte olan ülkelerde %40 azalmıştır. Kişi başına düşen tarım arazisi miktarı 0.23 hektar olup, 2050 yılında bu miktar 0.15 hektara düşecektir.
Kıtlık ve açlığın dünyayı ciddi olarak tehdit ettiği 21. yüzyılda toprak ve su en önemli stratejik maddeler olarak kabul edilmektedir.
Uzun süreli kuraklıktan sonra düşen sağanak yağış erozyonu hızlandırmaktadır. Dünyada erozyonla kaybedilen toprak miktarı yılda 24 milyar ton olup, ülkemizde bu miktar 500 milyon tondur. Erozyonla kaybettiği toprakla birlikte Türkiye her yıl 9 milyon ton bitki besin maddesini de yitirmektedir. Bu da hem verimliliği düşürmekte hem de su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır. Ülkemizde erozyonla meydana gelen toprak kaybı Avrupa’da oluşanın 9.5 katı, Avustralya’da oluşanın 2.9 katı ve ABD’de oluşanın 1.6 katıdır. Erozyonla verimli toprak katını kaybetmiş bir toprağın su tutma kapasitesi de düşmektedir.
Ülkemizde erozyonun fazla olması barajlarımız açısından da büyük olumsuzluklara yol açmaktadır. Barajların ekonomik ömrü 50-70 yıl arasında olması gerekirken Karamanlı 13 yıl, Altınapa 10 yıl, Kartalkaya 19 yıl, Kemer barajı da 22 yılda dolarak işlevini yitirmiştir.
Ülkemiz sıcaklık ve kuraklığın artışıyla daha fazla orman yangınlarına maruz kalacak. Isınmanın etkisiyle iklim kuşaklarının yaklaşık 500 km kuzeye kaymasıyla insan sağlığını ciddi boyutlarda tehdit eden birçok haşere ülkemizde görülmeye başlanacak ve mücadele amaçlı daha fazla kimyasal kullanılmasından kaynaklı çevre kirliliği sorunu yaşanacak.

Küresel Isınmanın Tarımsal Üretimimize Etkisi

78 milyon hektar yüzölçüme sahip ülkemizin ancak %36’sı ekilebilir arazilerden meydana gelmekte, bunun da 3/4’ünde tahıl ekimi yapılmaktadır. Tahıllar yazlık ve kışlık olarak ekilmekte olup içlerinde en yaygın ekileni de buğdaydır. Kışlık ekim Kasım-Aralık aylarında yapılmakta olup bu aylar ülkemizde oldukça kurak geçmiş, çimlenemeyen tohumlar toprakta çürümüştür. Olanağı olan çiftçiler Aralık ve Ocak aylarında sulama yaparak tohumlarını kurtarmaya çalışmışlar, bu olanağı olmayanlar ise tarlalarını sürerek yeniden ekmişlerdir. Ayrıca verim ve kalitenin yüksekliğini sağlayan vernelizasyon (soğuklanma) dönemi zamanında yaşanamamıştır. Bu da kışlık tahıl üretimimize ve kalitesine olumsuz yansıyacaktır. Trakya, İç Anadolu, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri önemli tahıl yetiştirme merkezlerimizdir. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre bu yörelerin kış periyodu boyunca ciddi bir kuraklık yaşadığını görüyoruz.
Yine vernelizasyonu yaşayamayan birçok meyvede de verim ve kalite düşüklüğü olacağı kaçınılmazdır. Yağışın azlığıyla birlikte kışlık sebze üretimimizde de olumsuzluklar yaşanacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2005 yılına göre 2006 yılında tahıl ürünlerinin üretiminde %5, sebze üretiminde %2.3 oranında azalma yaşandı. Tahıllar içinde en önemlisi olan buğdayda yaklaşık %7’lik azalmayla üretim 20 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.
Yağış miktarı kadar düşme periyodu da oldukça önemlidir. 2006 sonbaharında pamuk hasat döneminde Çukurova’ya düşen sağanak pamukta kalite kaybına yol açmış, sonrasında ise aylarca süren kurak periyoda girilerek kışlık tahıl ve sebze üretiminde olumsuzluklar yaşanmıştır.
Türkiye’de 400 mm civarında aldığı yağışla en kurak yerlerinden biri olan Konya ovasında açılmış olan kuyulardan yer altı suyu kontrolsüzce çekilmiş ve seviyesi 300 m civarına inmiş ve tuzlanmaya başlamıştır. Yer altı suyunun aşırı kullanım nedeniyle derine inmesi tuz gölünün sularının aşağılara çekilmesine neden olmuş ve su yüzeyi küçülmeye başlamıştır. Son derece stratejik öneme sahip yer altı suları kendi kendilerini temizleyemediklerinden kirlenmeleri sonucu bir daha kullanılamaz duruma gelmektedirler.
Önemli ürünlerimizden çay ve fındık Karadeniz kıyısına sıkışmış bir üretim alanına sahiptir. Küresel ısınmanın olumsuz etkileri nedeniyle bu ürünler ülkemizi muhtemelen ya terk edecekler ya da üretilmeleri ekonomik olmaktan çıkacaktır.
Sebze üretimi konusunda ülkemiz oldukça önemli bir yere sahiptir. Ancak sebze üretimi sulamaya ihtiyaç gösterdiğinden su kaynaklarında yaşanacak darlık üretimi olumsuz etkileyecektir.
Hayvancılığımız da olumsuz etkilenecek tarımın diğer alt sektörlerden biridir. Özellikle sıcak stresi hayvanlarımızda et ve süt kaybına neden olacaktır. Kuraklık, bedava yem kaynağı olarak kullanılan meralarımızın vejetasyonunda oluşturacağı değişiklikle hayvancılığın verimine olumsuz etkide bulunacaktır.
Kuraklık iç sulardaki balık türlerinde azalmalara yol açacak. Suların sıcaklığının artması balıklarda üreme bozukluğuna yol açacak, yaşam mekanlarında meydana gelecek küçülmeyle de yok olacaklardır. Gerek denizler gerekse iç sularda sıcaklığın artışına paralel hastalıkların da artmasından dolayı kültür balıkçılığı ekonomik olmaktan çıkacaktır.
1869 yılında Süveyş kanalının açılmasıyla zaman içinde kimi balıkların Hint Okyanusu ve Kızıl Deniz’den Akdeniz’e, Akdeniz’dekilerin Ege’ye, Ege’dekilerin de Marmara ve Karadeniz’e geçmeye başladıkları görülmüştür. Ancak daha serin olduğu için en kuzeydeki Karadeniz’i seçmiş olan Hamsi’nin gidebilecek yeri olmadığından, burada sıcaklık artışıyla birlikte muhtemelen yok olacaktır.

Karbon Dioksit Miktarının Tarımsal Üretime Etkisi

Atmosferde bulunan karbon dioksitin miktarı şartlara bağlı olarak tarımsal üretim üzerine hem olumlu hem de olumsuz etkilere sahiptir.
Sıcaklık ve nemin optimum optimum düzeylerde olması halinde tarımsal üretimde artış sağlanmaktadır. Atmosferde karbon dioksit miktarı ne kadar fazla artarsa, bitki fotosentez için gerekli karbon dioksiti yaprak yüzeyindeki stomalarını çok daha az açmak suretiyle alabilmekte, bu nedenle de stomalarından buharlaşma yoluyla daha az nem kaybetmektedir. Karbon dioksitin ortamda azalması durumunda stomalar tam açılmakta ve nem kaybı da artmaktadır. Bu veriler ışığında kuzey enlemlerde tarımsal üretimin artacağını söyleyebiliriz.
Ancak, aynı zamanda bir sera gazı olan karbon dioksitin atmosferdeki miktarının artması sera etkisi dolayısıyla sıcaklığı arttırması ve kuraklığa neden olmasından dolayı tarımsal üretimde düşmelere neden olmaktadır. Ülkemiz de bu olumsuzlukları yaşayacaktır.

Tedbir Alınmazsa!!!

Paris’te Şubat 2007’de 2500 bilim adamı ve 800 uzman tarafından hazırlanarak açıklanan rapora göre ortalama sıcaklığın 2 0C’yi aşması durumunda dünyanın bu değişime uymakta zorlanacağı, önlem alınmazsa 2100 yılına kadar sıcaklıktaki artışın 4 0C’yi bulacağı, bu durumda tarımsal üretimin duracağı dünyanın büyük bir felakete sürükleneceği belirtilmektedir.
Şu anda küresel ısınmaya yol açan olumsuzluklar tamamıyla önlense dahi atmosferde kalmaya devam edeceklerinden dolayı etkileri daha yüzlerce yıl devam edecektir.

Olumsuzluklar Birbirini Tetikliyor

Karbon dioksitin atmosferdeki miktarını konusunda okyanusların oldukça hassas bir işlevi bulunuyor. Şayet sera etkisinin artmasına bağlı olarak okyanus sularında ısınma meydana gelirse, okyanuslardan atmosfere verilen karbon dioksit miktarı artmaya atmosfer daha sıcak olmaya, tersi olarak da atmosferde soğuma olduğunda da atmosferden karbon dioksitin emilmesi dolayısıyla okyanuslar bu sefer de soğumayı arttırıcı bir etkiye sahiptir.
Ormanlar günümüzde hızla yok ediliyor, sıcak ve kuraklığın etkisiyle ormanlar yok oluyor. Oysa ormanlar, fotosentezde kullandıkları karbon dioksitteki karbonu vejetatif aksamında kullanarak bağlaması nedeniyle en önemli karbon yutak alanlarıdır ve atmosferden bu yolla karbon dioksiti eksiltirler. Ancak yandıklarında ise bünyelerinde yıllarca hatta yüzyıllarca biriktirdikleri karbonu bir anda atmosfere vermek suretiyle karbon dioksiti hızla arttırırlar.
Sibirya’nın batısında 11 bin yıldır donmuş halde bulunan ve yaklaşık Fransa ve Almanya büyüklüğündeki turbalıklar, küresel ısınmanın etkisiyle 3-4 yıldır erimeye başladı. Bilim insanları donmuş halde bulunan bu turbalıklarda 580 milyar ton karbon olduğunu ve erimenin devam etmesiyle gelecekte bunun metan gazı olarak atmosfere dahil olacağını bildiriyorlar. Bu durum çoğu bilim insanını endişelendirmekte ve kimileri son verileri toplamaya zaman bile kalamayacağını beyan etmektedir.

Yapılması Gerekenler

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sera gazı çıkışından %77 oranla enerji üretimi, %9 oranında sanayi, %5 oranında tarım sorumludur. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere küresel ısınmanın önlenmesinde olumlu bir adım atmak için öncelikle enerji ve sanayi üretiminde fosil yakıtların kullanılması yerine daha temiz ve doğayla dost yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim sağlanması gerekmektedir.
İnsan sağlığı açısından baktığımızda ise kent alanları içerisinde daha geniş yeşil alanların bulunması bir zorunluluktur. Yeşil alanlar kentin hava akımını sağlayarak serinlik oluştururlar. Beton ve asfalt gündüz emdiği güneş enerjisini gece dışarı vermekte ve bu nedenle de beton yığını kentler kırsal alanlarına oranla gündüzleri 1 0C, geceleri ise 6 0C’ye kadar daha sıcak olmaktadırlar. Bu da klimalar vasıtasıyla enerji kullanımını ve dolayısıyla sera gazı salınımını artırmaktadır. Sıcak, insanda strese yol açmakta ve özellikle de yaşı ilerlemiş kişilerde ölüme yol açmaktadır.
Denizlerin yükselmesi karşısında risk taşıyan alçak kıyı düzlükleri şimdiden tespit edilerek seddeler oluşturulmalı, kıyı koruma tedbirleri oluştururken de doğanın dengesini bozmamaya özen gösterilmelidir. Aynı şekilde kıyılardaki sulak alanlar da koruma altına alınmalıdır.
Değişen yetiştirme periyotlarına paralel bitkisel üretimde ekim zamanlarının da değiştirilmesi gerekir. Özellikle kurağa dayanıklı çeşitler geliştirilmelidir.
Tarımda suyun israfına yol açan vahşi sulama yöntemlerinin terk edilerek, suyun daha tasarruflu kullanıldığı damla ve yağmurlama sulama yöntemlerine geçilmelidir.
Yağışın az ve dolayısıyla su kaynaklarının kısıtlı olduğu yörelerde çeltik gibi bol su isteyen ürünlerin tarımından vazgeçilerek, bu ürünler kaynakların nispeten daha bol olduğu bölgelere kaydırılmalıdır. Dolayısıyla Türkiye’nin üretim planlamasını en kısa sürede yapmasının zamanı gelmiştir.
Ormanlarımız en önemli karbon yutak alanları olup onları daraltmak yerine kurağa dayanıklı ağaçlar dikerek genişletmeli, yangınlara karşı korumalıyız.
Biyoçeşitliliğin devamını sağlamak açısından ülkelerin işbirliği ile bitki ve hayvanlar için göç yolları oluşturulması gerekir.
Su kaynaklarını bundan sonra artırmamız söz konusu olamayacağına göre mevcutları korumalı, onları kirletmemeliyiz. Özellikle atık suların arıtarak kullanım suyu olarak defalarca kullanılması sağlanarak alternatif su kaynakları sağlanmalıdır.
Türkiye belirgin bir su politikası derhal oluşturmalı, gerek su gerekse toprak kaynakları ile ilgili yetkileri kurumlar arasında dağıtmamalı, tek bir elde toplamalıdır.


Ahmet Atalık
ZMO İstanbul Şube Başkanı



Kaynaklar:

APAYDIN, Ahmet, Mavi Gezegen Dergisi, Sayı:3, Ankara, 2000
“Climate Change 2001: The Scientific Basis”, Intergovernmental Panel on Climate Change (IPCC) report, 2001
“Climate Change 2001: Synthesis Report”, IPCC, 2001
“Climate Change and Biodiversity”, IPCC Technical Paper V, April, 2002
“Climate Change 2007: The Physical Science Basis”, IPCC, 2007
“Climate Change”, US Environmental Protection Agency
“Global Warming”, (http://encarta.msn.com/encyclopedia_761567022/Global_Warming.html)
“Desertification”, (http://encarta.msn.com/encyclopedia_761587988/Desertification.html)
“Dünya İklimine Sibirya Alarmı”, (http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/08/050811_climate.shtml)
“First National Communication on Climate Change”, Ministry of Environment and Forestry, Republic of Turkey, January 2007
“İklim Değişikliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu”, DPT Yayın No:2532, ÖİK:548, Ankara, 2000
“Su Havzaları, Kullanımı ve Yönetimi ÖİK Raporu”, DPT Yayın No:2555, ÖİK:571, Ankara, 2001
www.meteor.gov.tr
20.01.2007 tarihli TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası Basın Açıklaması