PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Küresel Isınma ve Damla Sulama Sistemi


Livadi
22.03.2010, 23:40
http://www.drt.com.tr/blog/uploaded_images/isinma-763774.jpg


Atmosferin alt kısımları ile okyanuslar, denizler ve kara kütleleri yüzeyindeki sıcaklık artışı, diğer bir ifadeyle insanlar tarafından atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratması sonucunda dünya yüzeyinde sıcaklığın artmasına küresel ısınma deniyor. Daha ayrıntılı açıklamak gerekirse dünyanın yüzeyi güneş ışınları tarafından ısıtılıyor. Dünya bu ışınları tekrar atmosfere yansıtıyor ama bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor.

Dünyamız 4.65 milyar yıllık tarihi boyunca birçok kez ısındı ve soğudu. Bugüne dek meydana gelen iklim değişiklikleri; dünya eksenindeki küçük değişiklikler, güneş ışınlarının şiddetindeki değişiklikler ve yanardağ-volkanik patlamalar nedeniyle meydana gelmiştir. Dünyamız bugün yine ısınma sürecine girmiştir. Ancak bugün yaşanan ısınma, yukarıda belirtilen doğal nedenlerle değil, insan faaliyetleri sonucu meydana gelen sera gazları ve bunların oluşturduğu sera etkisi nedeniyledir.


1856-2004 arası küresel ortalama yüzey sıcaklığı

Isınma ve buna bağlı buharlaşmanın etkisiyle atmosferde en fazla bulunan sera gazı su buharıdır. Bu gazlar, doğal olarak atmosfere dahil olmalarının yanında karbon dioksit, metan ve azot; fosil yakıtlar, katı atıklar, ağaç ve ağaç ürünlerinin yakılması, motorlu taşıtların kullanılması gibi insan faaliyetleri sonucu da dahil olmaya başladılar.

Atmosfere sera gazı katkılarını sektörel bazda incelersek % 21 pay ile enerji üretim santrallerinin birinci, %17'lik pay ile sanayinin ikinci, %14'lük pay ile motorlu taşıtların üçüncü, % 13'lük payla tarımsal üretimin dördüncü sırayı aldığını görüyoruz. Karbon dioksit emisyonlarında enerji üretim santralleri ve endüstriyel üretimin; metan ve azot oksit emisyonlarında da tarımsal faaliyetlerin ilk sırayı aldığını görmekteyiz.

Küresel ısınmaya bağlı olarak özellikle son yarım yüzyılda kuzey yarıküredeki kar örtüsü % 10 civarında azaldı. Göl ve nehirlerin yıllık buzla kaplı kalma sürelerinde yaklaşık 2 haftalık bir kısalma oldu. Yine son yarım yüzyılda dağ ve deniz buzullarında % 10-15 oranında küçülme yaşandı. Buzullardaki erimeyle bağlantılı olarak 20. yüzyılda deniz seviyesinde ortalama 17 cm'lik bir artış görüldü. Deniz seviyesindeki yükselme, ekolojik yaşamda birçok kıyı yerleşimini olumsuz yönde etkileyecek. 21. yüzyılda da deniz seviyesinde 18-59 cm arasında yükselme olacağı tahmin edilmektedir. Sürekli ısınan bir dünyada yağış miktarı da artacak. Ancak, bu yağış genellikle sağanak şeklinde olacağından sık sık sellerle karşılaşılacak. Sert ve devamlı rüzgârlar suyun topraktan buharlaşma hızını arttıracak, sel ve kuraklık bir arada yaşanacak. Gücünü suyun buharlaşmasından alan kasırgalar daha sık ve daha güçlü görülecek.

Türkiye, küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin en fazla görüleceği bölge olan Akdeniz kuşağında yer almaktadır. Ülkemiz küresel ısınmanın kuraklık, su kaynaklarının zayıflaması, orman yangınlarının artması, yeni haşere ve hastalıkların görülmesi gibi olumsuz yönlerinden oldukça fazla etkilenecek.



Türkiye, teknik ve ekonomik ölçütlere göre 8.5 milyon hektar sulanabilir araziye sahip. Ancak 83 yıllık Cumhuriyet tarihimiz boyunca bu alanın ancak % 60'ı sulamaya açılmış durumda. Yatırım hızı göz önüne alındığında geri kalan kısmın tamamlanabilmesi için daha 80 yıla ihtiyaç olduğu görülmektedir. Oysa dünyadaki sulanan alanlar ekili alanların sadece % 17'sini oluşturmalarına karşın toplam bitkisel üretimin % 40'ı bu alanlardan elde edilmektedir. Bu da bize suyun tarımdaki önemini göstermektedir. Diğer taraftan, suyun özellikle sıcak iklimlerde yanlış kullanımı da toprakta tuzlanmaya neden olmakta ve çölleşmeye yol açmaktadır. Fırat'ın iyi kalitedeki suyu bile 10 dekarlık bir araziye yılda 1.1 ton tuz dahil etmektedir. Kuraklık, tarımsal üretimde azalmalara neden olacaktır. Birim alandan daha düşük verim alınacağından tarım arazilerinin korunması ve amacı dışında kullanılmaması gerekmektedir..Kıtlık ve açlığın dünyayı ciddi olarak tehdit ettiği 21. yüzyılda toprak ve su en önemli stratejik maddeler olarak kabul edilmektedir.Uzun süreli kuraklıktan sonra gelen sağanak yağış, erozyonu hızlandırmaktadır. Dünyada erozyonla kaybedilen toprak miktarı yılda 24 milyar ton olup, ülkemizde bu miktar 500 milyon tondur. Erozyonla kaybettiği toprakla birlikte, Türkiye her yıl 9 milyon ton bitki besin maddesini de yitirmektedir. Bu da hem verimliliği düşürmekte, hem de su kaynaklarının kirlenmesine neden olmaktadır.



78 milyon hektar yüzölçümüne sahip ülkemizin ancak % 36'sı ekilebilir arazilerden meydana gelmekte, bunun da 3/4'ünde tahıl ekimi yapılmaktadır. Tahıllar yazlık ve kışlık olarak ekilmekte olup içlerinde en yaygın ekileni de buğdaydır. Kışlık ekim Kasım-Aralık aylarında yapılmakta olup, bu aylar ülkemizde oldukça kurak geçmiş, çimlenemeyen tohumlar toprakta çürümüştür. Olanağı olan çiftçiler Aralık ve Ocak aylarında sulama yaparak tohumlarını kurtarmaya çalışmışlar; bu olanağı olmayanlar ise tarlalarını sürerek yeniden ekmişlerdir. Ayrıca, verim ve kalitenin yüksekliğini sağlayan vernelizasyon (soğuklanma) dönemi zamanında yaşanamamıştır. Bu da kışlık tahıl üretimimize ve kalitesine olumsuz yansıyacaktır. Trakya, İç Anadolu, Çukurova ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri önemli tahıl yetiştirme merkezlerimizdir. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü verilerine göre, bu yörelerin kış periyodu boyunca ciddi bir kuraklık yaşadığını görüyoruz.

Yine vernelizasyonu yaşayamayan birçok meyvede de verim ve kalite düşüklüğü olacağı kaçınılmazdır. Yağışın azlığıyla birlikte kışlık sebze üretimimizde de olumsuzluklar yaşanacaktır. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre 2005 yılına göre 2006 yılında tahıl ürünlerinin üretiminde % 5, sebze üretiminde % 2.3 oranında azalma yaşandı. Tahıllar içinde en önemlisi olan buğdayda yaklaşık % 7'lik azalmayla üretim 20 milyon ton olarak gerçekleşmiştir.

Yağış miktarı kadar yağışın düşme periyodu da oldukça önemlidir. 2006 sonbaharında pamuk hasat döneminde Çukurova'ya düşen sağanak, pamukta kalite kaybına yol açmış, sonrasında ise aylarca süren kurak periyoda girilerek kışlık tahıl ve sebze üretiminde olumsuzluklar yaşanmıştır. Sebze üretimi konusunda ülkemiz oldukça önemli bir yere sahiptir. Ancak sebze üretimi sulamaya ihtiyaç duyduğundan, su kaynaklarında yaşanacak darlık üretimi olumsuz etkileyecektir.

Dünyada olduğu gibi Türkiye'de de sera gazı çıkışından; % 77 enerji üretimi, %9 sanayi, %5 tarım sorumludur. Açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, küresel ısınmanın önlenmesinde olumlu bir adım atmak için öncelikle enerji ve sanayi üretiminde fosil yakıtların kullanılması yerine daha temiz ve doğayla dost yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelim sağlanması gerekmektedir. Değişen yetiştirme periyotlarına paralel olarak bitkisel üretimde ekim zamanlarının da değiştirilmesi gerekir. Özellikle kurağa dayanıklı çeşitler geliştirilmelidir. Tarımda suyun israfına yol açan vahşi sulama yöntemleri terk edilerek, suyun daha tasarruflu kullanıldığı damla ve yağmurlama sulama yöntemlerine geçilmelidir.

Yağışın az ve dolayısıyla su kaynaklarının kısıtlı olduğu yörelerde çeltik gibi bol su isteyen ürünlerin tarımından vazgeçilerek, bu ürünler su kaynaklarının nispeten daha bol olduğu bölgelere kaydırılmalıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin üretim planlamasını en kısa sürede yapmasının zamanı gelmiştir.

Türkiye 40 yıl önce kişi başına düşen 4 bin metreküplük suyuyla su zengini arasında yer alıyorken şimdi su azlığı çeken ülkeler kategorisinde bulunuyor. Bugün Türkiye'de kişi başına bin 430 metreküp su düşüyor. Yapılan araştırmalar Türkiye'nin önlem almaması durumunda yakın zamanda su konusunda ciddi sıkıntılar yaşayacağını gösteriyor. Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF) Türkiye Genel Müdürü Dr. Filiz Demirayak, son 40 yıl içerisinde, su kaynaklarının verimsiz yönetimi ve kullanımı sonucunda yaklaşık 1 milyon 300 bin hektar sulak alanın yok olduğunu belirtiyor. Bu rakam ülkemizdeki toplam sulak alanların yüzde 50'sinden fazlasını oluşturuyor. Yıllık kullanılabilir su miktarı 112 milyar metreküp olan Türkiye'de, suyun yüzde 70'i tarımsal sulama amaçlı, yüzde 10'u içme-kullanma suyu olarak, yüzde 20'si ise endüstriyel amaçlı kullanılıyor. Türkiye'de su kaynaklarına yönelik en fazla tüketim tarım amaçlı su kullanımında. Tarımda yüzde 88 buçuk oranında yapılan ''vahşi sulama'' sonucu suyun önemli kısmı yolda kayboluyor. Türkiye'de yağmur sulama yöntemi yüzde 8,5 oranlık kullanım alanına sahipken damla sulama ise yalnızca yüzde 3'lük bir kesimde kullanılıyor. Bugün Türkiye'de kişi başına 1430 metreküp su miktarı mevcut iken, Türkiye İstatistik Kurumu, 2030 yılında Türkiye'nin nüfusunun 100 milyon olacağını öngörüyor ve 2030'da kişi başına yıllık su miktarının bin metreküpün altına düşmesi bekleniyor. Bu da Türkiye'yi "su fakiri" bir ülke haline getirecek.



Halit ŞENTÜRK
Ziraat Mühendisi