PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tarımda Küresel Politikalar


Mr.Muhendis
03.01.2010, 16:04
İkinci Dünya Savaşı'yla harabe olan Avrupa ve özellikle Almanya ölülerini yiyecek kadar açlık yaşamışlardı. Yaşadıklarından dersler çıkaran Avrupalı bir daha bu sıkıntıları yaşamamak için bugünkü Avrupa Birliği'nin (AB) temellerini atacak olan Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü (OEEC), İktisadi İşbirliği ve Gelişme Teşkilatı (OECD) gibi oluşumlarla ekonomik birliktelikler kurmaya başladılar. Halklarının yaşam standartlarının iyileştirilmesi, dengeli ve sürekli bir gelişmeyi sağlayacak politikalarla ekonominin geliştirilmesi ve işsizliğin ortadan kaldırılmasını amaçlayan bu çıkar birlikteliğinin tarımdaki yansıması, modern tekniklerin kullanılmaya başlanmasıyla oluşan ve açlığa çare olarak desteklenen dönemdir ki bu süreç 'Yeşil Devrim' olarak adlandırılmaktadır. Hibrit tohumlar, kimyasal gübre ve ilaçlar ve makineleşmeyle tanımlanabilecek bu süreç, savaş sonrası dönemin açlık günlerini bir daha yaşamak istemeyen Avrupa için yoğun üretim artışı demekti.

Avrupa Birliği'nin üretim maliyetlerini belirli oranda sübvanse eden tarım politikası ve üretim artışları nedeniyle pazarlanamayan ürünler için eylem yapan örgütlü çiftçiler hükümetleri sıkıştırmaya başlamış ve yeni politika arayışları başlamıştır. Bu arayışların sonucunda masum, hümanist ve çevreye saygılı bir yaklaşım gibi gösterilen Ekolojik Tarım denilen savaş öncesi üretim tarzına ulaşılmıştır! O dönemden belki de tek ama en can alıcı farkı ise gelişmiş ülke şirketlerinin, gelişmekte olan ülkelerdeki ajanslar aracılığıyla çiftçiye ürününün organik olduğuna dair onayı satarak gelir elde ederken ürün maliyetinde artışa neden olmasıdır. Bu maliyet artışı da alıcısının belli bir sosyo-ekonomik durumda olmasını gerektireceğinden, Ekolojik Tarım 'Sosyetik Tarım' olarak kalacaktır.

Tarımsal üretim üzerinde son üretilen küresel politika ise 'İkinci Yeşil Devrim' olarak adlandırılan Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) sürecidir. Tıpkı Ekolojik Tarımda olduğu gibi çok şirin argümanlarla (ürün artışı, açlığa çare, dayanıklı vs.) şişirilen GDO politikaları ve ürünleri yeterli araştırmalar yapılmadan ya da sonuçları olumsuz çıkan araştırmalar bir şekilde kapatılarak piyasaya sunulmuştur.

Genetiği değiştirilmiş ürün tarımı 1996 yılında 1,7 milyon hektar alanda yapılırken bu ürünler 2005 yılında 90 milyon hektar alanda ekildi. 2005 itibarıyla genetiği değiştirilmiş ürün tarımı 21 ülkede, 8,5 milyon çiftçi tarafından yapılıyordu. 1996 yılından bu yana ekim yapan ülke sayısı da 3,5 katlık artışla 6'dan 21'e çıkmış durumda. Dünya üzerindeki toplam soya ekim alanının %60'ını, pamuk ekim alanının %28'ini, kanola ekim alanının %18'ini, mısır ekim alanının %14'ünü genetiği değiştirilmiş ürünler işgal ediyor. Dünya ölçeğinde, toplam 299 milyon hektar tarım alanının %30'u transgenik ürünlere ayrılmış durumda. Genetiği değiştirilmiş ürünlerin tüm dünyaya yayılışı her geçen gün daha da artarak sürüyor (Alev ve Bayram, 2009).

Yapılan bazı araştırmalar bu öngörüyü yalanlasa da; GDO’yu savunmadaki en temel hareket noktası, besin ihtiyacını karşılamak ve açlık sorununa çare bulmak iddiasıdır. Bu iddianın doğruluğu kabul edilse de önemli sayıda savunucusu olan bir başka hipoteze göre; üçüncü dünya ülkelerinde görülen açlık sorunu, üretim potansiyelinin eksikliğinden değil, plansız üretim kapasitesi kullanımı ve haksız bölüşümden kaynaklandığı yönündedir. Nitekim FAO’nun 1990 tarihli raporuna göre tahıl üretimindeki artış, nüfus artışından 50 kat daha fazla olmasına rağmen açlık sorunu ortadan kalkmamıştır. Bu durumda düşünülmesi gereken çıkarım; tarımsal alandaki biyoteknoloji sürecinin tohum kontrolü ve çevre/insan sağlığına uygunluğu denetlenmeyen ürün patent hakkının; üretimden pazarlamaya kadar tam bir entegresyona giden sınırlı sayıda firmanın küresel gıda arzını kontrol ederek büyük rantlar elde edilen stratejik bir güç haline getirilmesi öngörüsü olabilir. Gelecek generasyonların nasıl etkileneceğinin tartışmalı olduğu GDO’lu ürünler, tartışmasız şekilde endüstriyel tarımla işgücünün yok sayıldığı bu sanayileşmiş tarıma çiftçiyi çok daha fazla mahkûm edecektir.

Etik bakımdan, bir ürünün zararsızlığının kanıtlanmasını ürünün üretiminden sorumlu olmayanlardan beklemek haksızlık; ama yine de bu konuda yapılan bazı çalışmaları paylaşmak isterim. Rowett Enstitüsünde çalışan Arpad Pusztaria'nın deneyleri genetik yapısı değiştirilmiş patateslerin fareler için toksik olduğu, bağışıklık sisteminde bozukluklar, viral enfeksiyonlar gibi birçok etkilerini ortaya koymuştur. Bir başka deney, besinler yoluyla aldığımız yabancı DNA'nın hücrelerimize taşınabileceğini ortaya çıkardı. Yine DNA'nın bağırsaklarımızda sindirilemediği bulundu. Bakteriyel bir virüsün DNA'larıyla beslenen farelerde bağırsak boyunca yaşayabilen ve kana karışabilen büyük virüs DNA'sı parçaları bulundu. Alınan DNA'lar lökositlerde, dalak ve karaciğer hücrelerinde de görüldü ve virüs DNA'sının fare genomuna yerleştiği kanıtlandı. Hamile farelere yedirilen virüs DNA'sı ceninin ve yeni doğmuş yavruların hücrelerine geçtiği de belirlendi (Aktaş, 2009). Avusturya'da yapılan bir çalışmada GDO'lu beslenen farelerin 3 nesil sonra kısırlaştığı görüldü.

Zararlı böcekleri öldüren kimyasal katılmış mısır, kuzey denizlerinde yaşayan balıkların soğuğa dayanıklılığı arttıran geninin aktarıldığı domates, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk geni aktarılmış patates, domuz geni, at geni, eşek geni...

Sadece sağlık bakımından değil GDO'lar bitki zenginliğimiz açısından da tehlikeli. 12 bin bitki türümüzün 2 bin kadarı endemik yani ülkemiz dışında başka bir yerde yetişmiyor. Arı ve rüzgâr yoluyla GDO'lu polenler geleneksel üretim yapan civardaki çiftçinin ürünlerine geçebiliyor.

Bir başka sakıncası da ekonomik nedenlerdendir. Çiftçimiz, patenti alınmış GDO'lu tohumlar için her yıl patent parası ödemek zorunda kalacaktır. GDO'lu tohumların % 90'ının elinde bulunduran Monsanto firmasının sahibinin, 1998 yılında, sağlıkla ilgili sorular karşısında internete düşen söyleminde 'benim için en önemli şey daha fazla nasıl kar edeceğim' şeklindeyken; bu firmanın oluşturacağı tekelin insafına kalmayı tahmin etmek zor değil. Buradaki tehlike biyoçeşitliliği yok ederek gıdada zaten önemli ölçüde tekelleşen şirketlere tohum düzeyinde de kontrol yapma hakkı tanınarak gıdanın çok daha stratejik hale gelmesi ve sınırsız kazanç kapısı olanağı olarak görülmesidir. Gelişmiş ülkelerin inisiyatifinde gelişen ve onların lehine daha fazla kar amacı güden global tarım politikaları üzerine doğaldır ki her insanın söyleyecek bir çift sözü ve daha az sömürülmek ve daha iyi beslenmek gibi bir derdi vardır.



Kaynaklar

Alev, L.G., Bayram,M. 2007. Tarımın Şirketleşmesi ve Genetiği Değiştirilmiş Gıdalar.

Aktaş, E. 2009. GDO: Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar, Tohumlar.



Yazar: Öğr.Gör.S.Seçkin TUNCER