PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Tarımsal Biyoteknoloji ve Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar


Mr.Muhendis
17.10.2009, 16:05
I. Giriş

Yeni binyılın geride bıraktığımız birkaç yıllık dönemine baktığımızda, insan beslenmesinin temel maddesi olarak görülen tahıl üretiminin sürekli olarak tüketimin altında kaldığı ve tahıl talebinin geçmiş yıllardaki stoklardan karşılandığı; küresel iklim değişiminin etkilerinin yoğunlaşması sonucunda geleneksel tatlı su kaynakları ile ekilebilir alan verimliliklerinde büyük kayıplar yaşandığı ve karbon emisyonunda dünya ölçeğindeki artışın yavaşlatılamaması nedeniyle bitki ve hayvan ekosistemlerinde geri dönülemeyecek kayıplara uğranıldığı gözlemlenmektedir. Beslenme alışkanlıklarımızın, tüketim toplumunun dayattığı yıkıcı satın alma olgusu ile bütünleştirildiğini de göz ardı etmezsek, “dünya üzerindeki varlığımızı sürdürmek için temiz, güvenilir ve akılcı bir beslenmeyi nasıl gerçekleştirebiliriz?” sorusuna yanıt aramanın kritik hale geldiği kolaylıkla ifade edilebilecektir.

Dünya tarımında yaşanan bütün teknolojik gelişmelere, tarım dışı alanların tarımsal alan olarak üretim bölgelerine dahil edilmelerine ve mevcut tarımsal alanlarda makineli tarımın yaygınlaşmasına rağmen gıda arzı küresel ölçekte daralmakta ve insan beslenmesine ilişkin talepleri karşılamakta yetersiz kalmaktadır. Dünya tahıl talebi hızla artmaya devam ederken, tahıl üretimindeki artış, tarım alanlarının yerleşim, turizm, sanayileşme gibi tarım dışı kullanıma açılması, yerküre sıcaklığının artması, küresel iklim değişiminin yerel ve bölgesel düzensizliklere yol açması, aküferlerin tüketilmesi ve suların tarımsal sulama amaçlı kullanım oranının düşerek içme suyu olarak kullanılmak üzere kentsel bölgelere yönlendirilmesi nedeniyle büyük oranda hız kesmiş durumdadır (1). Özellikle son çeyrek yüzyıllık dönemde arz yanlı neo-liberal ekonominin de etkisiyle tüketim alışkanlıklarının yeterli ve doğru beslenmeyi göz ardı ederek, beslenme kültürünü aşırı ve sağlıksız yiyip-içme şekline dönüşmesi, talebin karşılanması amacıyla tarımsal üretim süreçlerinde yeni tekniklerin hızla devreye sokulmasına neden olmuştur. Açlığı ortadan kaldırmak amacıyla biyoteknoloji alanındaki uygulamalar tarımsal üretim süreçlerine dahil edilmiş; çokuluslu şirketlerin denetiminde/yönlendirmesinde gelişim gösteren gıda endüstrisi, tüketimin kontrolü yerine üretimin çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesine odaklanmıştır.

Tarımsal biyoteknolojiden elde edilen sonuçlar ile beklenenlerin karşılaştırılarak, gıda güvenliği konusunda ulusal ve küresel bir muhasebenin yapılması gerekliliği her geçen gün önem kazanmaktadır. Özellikle ülkemizde, beslenme kültürünün hızlı bir dönüşüme uğradığı son yıllarda, tarımsal ürünlerin hangi aşamalardan geçerek bireylerin kullanımına sunulduğu ve bu ürünlerin pazarlanması sürecinde tüketicilerin ne düzeyde bilgilendirildiklerine ilişkin belirsizlik varlığını sürdürmektedir. Medyanın, açıklayıcı ve uyarıcı bir iletişim stratejisine sahip çıkmaması ve konuyla ilgili mesajlarda siyasi tartışmalar ile popüler yorumlara odaklanması sonucunda bilimsel bilgi ve verilere dayalı bir gıda güvenliği gündeminin oluşmaması; kitle iletişim kanalları aracılığıyla iletilen mesajların sorunun kaynaklarından biri haline dönüşmesine neden olmaktadır. Bu kısa çalışma ile, ulusal yazılı basın örneğinde, gıda güvenliği, tarımsal biyoteknoloji ve genetiği değiştirilmiş organizma konularının hangi bağlamda ve nasıl işlendiğine yönelik bir içerik çözümlemesi gerçekleştirilerek; medyanın tüketicileri bilgilendirmek ya da gıda-beslenme politikasında öncülleyici bir rol oynamaktan çok, sorunu popüler bir içerikle gündeme getirmesinin ne gibi sonuçlar doğurduğu tartışılmaktadır.


II. Fırsat ve Tehdit Olarak Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar

Son çeyrek yüzyıllık zaman kesitinde hızlı ve önemli bir gelişim gösteren biyoteknolojik yöntemlerin -özellikle de moleküler tekniklerin- tarımsal üretimin artmasında ve üretim verimliliğinin düzenlenmesinde önemli bir rol oynadıkları bilinmektedir. Tarım teknolojileri ile biyomoleküler üretim safhalarının bütünleştirilmesi sonucunda ortaya çıkan ‘genetiği değiştirilmiş organizmalar’ (GDO), ülkelerin bilimsel gelişmişlik durumlarına göre farklı düzeylerde ve farklı amaçlarla kullanılmaktadır. “Biyolojik azot fiksasyonu gelişmekte olan ülkelerde kolayca kullanılabilmekte, bitki doku kültürü teknikleri ise birçok ülkede hastalıklardan arındırılmış bitki materyali üretiminde yaygın olarak uygulanmaktadır. Genomik çalışmalar, biyoinformatik, transformasyon, moleküler ıslah, moleküler tanı yöntemleri ve aşı teknolojisi olarak gruplandırılabilen modern biyoteknolojiler ya da gen teknolojileri ise Çin ve Hindistan gibi birkaç gelişmekte olan ülke dışında genelde gelişmiş olan ülkelerde etkin olarak kullanılmaktadır” (2). 1996 yılında dünya üzerinde genetiği değiştirilmiş organizmaların ekili olduğu toplam alan miktarı 1.7 milyon hektar iken, bu rakam 2000 yılında 44.2 milyon hektar, 2004 yılında 81.1 milyon hektar seviyesine ulaşmış; 2008 yılı içerisinde de 330 milyon hektarın üzerine çıkması öngörülmektedir (3).

Genetik yapıları değiştirilmek suretiyle üretme ve yetiştirme faaliyetleri, başlangıçta sadece aynı veya yakın ilişki içinde bulunan türler arasında yapılırken; son zamanlarda genetik mühendisliği alanındaki gelişmelere paralel olarak, doğal ortamlarda ya da laboratuar koşullarında, aralarında genetik transfer imkanı olmayacak organizmalar arasında gen alışverişi gerçekleştirilmesi de mümkün hale gelmiştir. Bu durumun gün geçtikçe kısıtlanan tarımsal amaçlı arazi kullanımına rağmen, daha çok ürün elde ederek verimliliğin sınırlarının zorlanmasına yol açtığı sıklıkla dile getirilmektedir. “Her insanın fiziki ve zihinsel gelişimini sağlamak üzere açlığa ve eksik beslenmeye maruz kalmama hakkı vardır” şeklinde farklı uluslararası kuruluşlarca ifade edilen beslenme ilkesinin ancak biyoteknolojik bakımdan düzenlenmiş ürünlerle gerçek olabileceği savunusu ise konuyu fırsat olarak gören çevrelerin temel hareket noktasını oluşturmaktadır. Genetiği değiştirilmiş organizmaların ekiminin yaygınlaşmasıyla birlikte bitkilerdeki toksinlerin ve alerji yapan genlerin yok edilebileceği; kimyasal gübrelerin ve tarımsal mücadele ilaçlarının kullanımının düşürülmesi yoluyla insan sağlığına ve çevreye daha az zarar verileceği; yeraltı ve yerüstü su kaynaklarındaki kirlenmenin önüne geçilerek, içme ve temizlik amacıyla su kullanımı miktarının artırılabileceği dile getirilmektedir. Ürünlerin herbisitlere, zararlı böceklere ve hastalıklara karşı dirençli hale getirilmek için genetik olarak değiştirilmelerinin, gıdaların besin değerini ve raf ömürlerini uzatacağı öngörülmekte ve diğer moleküler ıslah yöntemleriyle birlikte uygulanan genetik mühendisliği tekniklerinin hastalıklara, zararlılara, kuraklık ve tuzluluk gibi çevre koşullarına dayanıklı, içeriği iyileştirilmiş, yüksek kaliteli ve verimli çeşitlerin geliştirilmesi yönünde bitki ıslahçılarına büyük kolaylıklar sağlayacağı savunulmaktadır (2).

Genetiği değiştirilmiş organizmaların insan sağlığı ve çevre üzerindeki olası olumsuz etkileri ise ekonomik, biyolojik ve sosyal boyutlarda gruplandırılmaktadır. Çokuluslu şirketlerin dünyada açlığı ortadan kaldırmak değil gıda tekelleri oluşturmak amacında oldukları, herbisit dirençli bitkilerin değiştirilmiş genetik özelliklerinin diğer bitkilere sıçraması sonrasında bazı zararlı bitkilerin süper zararlı bitkilere dönüşme ihtimali taşıdıkları, genetiği değiştirilmiş bitkilerdeki işaret genlerinin klinik tedavide kullanılan antibiyotiklere direnç sağlaması sebebiyle yeni hastalıklara yol açabilecekleri ve yüksek tohum maliyetleri ve teknoloji harcamaları nedeniyle küçük çiftçileri ağır bir finansal yükün altına sokarak tarımsal bölüşümün bozulacağı konuları eleştiri ve itirazların merkezinde yer almaktadır.


III. Tarımsal Biyoteknoloji Araştırmalarının Sosyal Bağlamı

Bugün, tarımsal biyoteknoloji alanında çalışan ve genetiği değiştirilmiş organizmaların geleceği üzerinde olumlu öngörülerde bulunan araştırmacıların sahip oldukları bilimsel bilginin, akademik uzmanlıkları nedeniyle, literatürde önemli bir teknik tekel oluşturduğunu kolaylıkla ileri sürebiliriz. Hükümetler ve biyoteknoloji alanında çalışan şirketler, bitki genetiği konusundaki en güvenilir verilere sahip oldukları ve bu bilgilerin kamuya açıklanması hakkını ulusal tarım ve güvenlik politikası, fikri mülkiyet, pazarın getirdiği rekabet gibi nedenlerden dolayı ellerinde tuttuklarından dolayı; tartışmalara, karar verme sürecine ve bu süreci biçimlendirecek olan gündemin belirlenmesine hakim durumdadırlar. Görünürde her olasılık üzerinde bilgi sahibi olan uzman ve/veya bilirkişiler, aslında sadece kendileri (ya da bağlı bulundukları şirketleri) tarafından üstlenen riskleri ve faydaları değerlendirebilecek ve kısa dönemli öngörülerde bulunulabilecek bir pozisyonunda olmalarına karşın, ‘cahil’ kamunun konuya müdahalesini uygunsuz ve mantıksız olarak anlamlandırmaktadırlar. Bu yaklaşıma göre, sadece bilimsel bilgi birikimine sahip uzmanlar nesnel gerçeklere ulaşabilecekleri için “kamu için korkulacak veya karşısında durulacak hiçbir meşru epistemolojik gerekçe bulunmamaktadır” (4).

Konunun bu şekilde ele alınması, uzun dönemli (50-100 yıllık) bir beslenme politikasının belirlenmesinde hangi unsurlara odaklanılacağı, tarımsal biyoteknoloji araştırmalarında sınırın ne olacağı ve transgenetik çalışmalarının yol açabileceği olası risklerin nasıl ortadan kaldırılacağı konularında, özellikle uluslararası şirketlerin kurumsal kârlılık ilkelerini terk ederek (ya da bunu oldukça geri plana iterek) sosyal sorumluluk ilkesi doğrultusunda kamunun çıkarları yönünde hareket edeceği ön kabulünü de beraberinde getirmektedir. Yapılması gereken ‘cahil’ kamunun biyoteknolojik geleceğin güvenli olduğu hakkında bilgilendirilmesi şeklinde açık (!) bir görünüm kazanmaktadır. Monsanto Şirketi’nin eski CEO’su Louis Fernandez (1924-2002)’in ifadesiyle;

“Bir sonraki altın çağımıza tam potansiyel ile ulaşabilmemizin önündeki tek şey, bilim ve teknolojiden anlamayan, bilimi akıllıca kullandığımıza güvenmeyen ve kamunun hizmetinde olduğumuz gerçeğine saygıyı göstermeyen kamu tarafından engellenmektir… Bize düşen, kamuyu eğitmek üzere ayırdığımız zaman ve para miktarını iki katına, ikinin iki katına ve onun da iki katına çıkarmaktır” (5).

Transgenetik endüstrisindeki şirketlere göre, toplumun gelişimi için sosyal aktörler arasında diyalogdan çok enformasyon akışı ve eğitim gerekmektedir. Diyalog sürecinde bilimsel verilerin karşısına öznel iddia ve safsataların çıkarılacağını; buna karşın sistemli enformasyon akışı ile geniş kitlelerin bilgilendirilebileceği ve eğitim kanallarının kullanılmasıyla da transgenetik karşıtı görüşlere eğilim duyanların ikna edilebileceği ileri sürülmektedir. Ancak, transgenetiğin hâlihazırdaki gelişimine karşı olanlara göre, genetiği değiştirilmiş besinlere (genetically modified foods-GMFs) yönelik kamu müdahaleleri, sadece hak değil, aynı zamanda şirketlerin kârlarını aşırılaştırmalarının ve birer gıda tekeline dönüşmelerinin de hukuki engelidir. En geniş anlamıyla tarımsal biyoteknoloji tarihi, şirket çıkarları ile kamuoyunun bilim ve teknolojinin yöneldiği hedefleri belirleme talebi arasındaki mücadelenin tarihidir. Genetiği değiştirilmiş organizmalar üzerinde çalışan çokuluslu şirketler (1997-2006 dönemde genetiği değiştirilmiş organizmalar ilgili alınan patentlerin ¾’ü 5 çokuluslu gıda şirketi –Dow, Dupont, Syngenta, Aventis, Monsanto– tarafından alınmıştır) kamunun kuşkularını dağıtmak ve kendi faaliyetlerini meşrulaştırmak amacıyla sosyal sorumluluk kampanyalarını desteklemekte, halkla ilişkiler ve sponsorluk çalışmaları yürütmektedirler. Örneğin Dow Chemical Company, Jean-Michel Cousteau’nun Okyanusların Geleceği Topluluğu’nun (Ocean Futures Society) doğrudan sponsorluğunu yürütmekte; Sanofi Aventis başta Brezilya olmak üzere pek çok gelişmekte olan ülke hastanelerinde çocuklar için oyun merkezleri açmakta; Sygenta Foundation Uganda’da 300.000’e yakın çiftçiyi kapsayan ‘Enformasyon ve İletişim Yönetimi Programı’ gerçekleştirmektedir.

Tarımsal biyoteknoloji endüstrilerinin önde gelen amaçlarından birisi de, anlam üzerinde hegemonya kurmak ve onay üretimi mekanizmalarını harekete geçirmektir. Çeşitli kamu ve özel şirket fonlarınca desteklenmiş, basılmış ve bilgi olarak kabul edilmiş araştırmalar ile tarımsal biyoteknoloji konusunda bilimsel metalar açığa çıkmakta; hangi araştırmanın bilimsel hangisinin ise ideolojik-öznel-yanlı olarak tanımlanacağına çokuluslu şirketlerin uzmanlarınca karar verilmekte; araştırmalar aracılığıyla kamunun algısı belli unsurlara yöneltilerek gündem oluşturulmakta ve belirlenmiş gündemin medyadan sunumuyla kitlesel onayın üretilmesi sağlanmaktadır. Projeler, sadece fon sağlayıcılarının çıkarlarına hizmet etmemekle birlikte, gün geçtikçe belirli, sınırlı ve pazar yapısının gereksinim duyduğu doğruların savunulduğu bir görünüm kazanmakta; medya ise proje sonuçlarının popüler yönlerini ön plana çıkararak kamuoyuna iletmektedir. Sonuç olarak medya, bir yandan reklamverenleri konumundaki şirketlerin talep ettiği gündemi inşa etmekte, öte yandan da gündemin pazarlama ve satış sürecini desteklemesini sağlamak için popülerleştirilmesine ön ayak olmaktadır.

IV. Ulusal Yazılı Basında Gıda Güvenliğinin İşlenmesine İlişkin Alan Araştırması: Materyal, Yöntem ve Bulgular

Çalışma kapsamında ulusal yazılı basında gıda güvenliği ve genetiği değiştirilmiş organizma konularının nasıl işlendiğinin tespit edilmesi ve yazılı basının sağlıklı beslenme gündeminin belirlenmesindeki rolünün tartışılmasına yönelik bir alan araştırması gerçekleştirilmiştir. Analiz için ulusal ölçekte dağıtıma giren günlük gazeteler arasından basit rastlantısal örneklem yoluyla eleme yapılmış; seçilen Milliyet ve Vatan gazetelerinin 01 Eylül-31 Aralık 2007 tarihleri arasındaki 122 günlük nüshalarına ulaşılarak araştırma gerçekleştirilmiştir. Alan araştırması kapsamında sistematik bir içerik çözümlemesi yapılmamış olmakla birlikte, haberlerin hangi gazetede, hangi tarihte, nasıl bir sayfa kompozisyonu içerisinde sunuldukları; görsel öğe kullanım yoğunluğunun ne olduğu ve haber mesajında haber başlığı ile içerik aracılığıyla gündemin nasıl inşa edildiği unsurlarının çözümlenmesine odaklanılmıştır.

Alan araştırması kapsamında basit rastlantısal örneklem yoluyla seçilen Milliyet gazetesinin 01 Eylül-31 Aralık 2007 tarihleri arasındaki ortalama günlük satış adedi 237.310 iken aynı dönemde Vatan gazetesinin ortalama günlük satış adedi 216.910 olarak tespit edilmiştir. Bahsi geçen dönemde ulusal ölçekte satılan gazetelerin toplam tirajı içerisinde Milliyet gazetesinin payı % 5, Vatan gazetesinin payı ise % 4.5 olarak kalmış; bu durum araştırma örnekleminin non-parametrik, istatistiki testlerin ise tanımlayıcı (descriptive) düzey ile sınırlanmasına neden olmuştur. Her iki gazetenin mülkiyetinin Doğan Yayın Holding’e ait olması ise bir medya grubunun okur kitlesine ‘ne düşüneceklerini söylenmekten’ çok ‘ne hakkında düşüneceklerini aktarmadaki’ rolüne işaret etmektedir. Kitle iletişim araçları, toplumun ilgi sahasına giren konular hakkında farkında olmayı sağlayacak enformasyon kanallarını geliştirmekte ve zaman içinde dönüşen bir öğrenme sürecini desteklemektedir (6). Yazılı basın kamunun bir konuya ne kadar önem vermesi gerektiğini belirlerken, aslında bireyler arasındaki bilişsel değiş-tokuş gündemine de yön vermektedir.

Gerçekleştirilen içerik çözümlemesi çerçevesinde, 01 Eylül-31 Aralık 2007 tarihleri arasında yayımlanan Milliyet gazetesinin 122 günlük nüshasında 12 haber ve 1 köşe yazısı, Vatan gazetesinin 122 nüshasında da 9 haber tespit edilmiştir. Araştırma örneklemine dahil edilen gazete haberlerinin sayfalar genelindeki dağılımına bakıldığında Milliyet gazetesinde yayımlanan 12 haberden 9’u (% 75) iç sayfalarda, 3’ü (% 25) son sayfada (arka kapakta), Vatan gazetesinde yayımlanan 9 haberden 1’i (% 11.1) ilk sayfada (ön kapakta), 6’sı (% 66.7) iç sayfalarda, 2’si (% 22.2) ise son sayfada (arka kapakta) yer almıştır. Gazete haberlerinin sayfa mizanpajındaki konumlarına bakıldığında ise Milliyet gazetesindeki haberlerin % 46.1’inin, Vatan gazetesindeki haberlerin ise % 54.5’inin sağ sütun üzerinde yer aldığı tespit edilmiştir.

Araştırma kapsamında analiz edilen haberlerin içeriğine yakından bakıldığında Milliyet gazetesindeki 12 haberden 6’sının (% 50) sağlıklı beslenme, 3’ünün (% 25) ulusal beslenme politikası, 2’sinin (% 16.7) hayvan transgenetiği ve 1’inin de (% 8.3) genetiği değiştirilmiş organizmalarla ilgili olduğu; Vatan gazetesindeki 9 haberden 3’ünün (% 33.3) sağlıklı beslenme, 3’ünün (% 33.3) sağlıklı beslenme politikası, 2’sinin (% 22.3) hayvan transgenetiği ve 1’inin de (% 11.1) gıda güvenliği konularına yer verdiği bulgulanmıştır. Milliyet gazetesindeki köşe yazısında ise ulusal beslenme politikası konusu işlenmiştir. Milliyet gazetesinde yayımlanan 12 haberde toplam 9 fotoğraf kullanıldığı, Vatan gazetesinde yayımlanan 9 haberde ise toplam 7 fotoğraf ve 2 grafik illüstrasyon kullanıldığı belirlenmiştir. Araştırma kapsamında incelenen haberlerin başlık ve içeriklerine bakıldığında, Milliyet gazetesindeki 12 haberin 7’sinde (% 58.3), Vatan gazetesinde ise 9 haberin 6’sında (% 66.6) çarpıcı ve içerikten bağımsız başlıkların tercih edildiği görülmektedir.


V. Değerlendirme ve Sonuç

Tarımsal biyoteknolojilerin sürdürülebilir bir beslenme politikasının mutlak parçası olduğu şeklindeki görüş, çokuluslu şirketler tarafından biçimlendirilen bir yanılgıdır. Yanılgının oluşturulmasında şirketlerin tarımsal biyoteknoloji ve genetiği değiştirilmiş organizmaları hiçbir maddi ekolojik etkisi olmayan enformasyon teknolojisi şeklinde resmetmeleri rol oynamaktadır. Yaygın kabulün aksine, dünya gıda talebine hem kendi temel ihtiyaçlarını karşılamak hem de bir miktar ürün pazarlayarak tarımsal üretimi sürdürmek için küçük arazileri işleyen çiftçiler yanıt vermektedir. Örneğin, biyoteknoloji endüstrisi herbisit dirençli patatesin hektar başına 15 ABD Doları kazandırdığını iddia etmektedir; fakat bu karşılaştırma hektar başına 75 ila 300 ABD Doları arasında insektisit harcaması yapan çiftlikler temel alınarak yapılmaktadır (7). Bu durum, genetiği değiştirilmiş organizmaların enformasyon olmanın ötesinde maddi bir değere sahip olduğunu ve endüstriyel tarımın çıkarlarına hizmet ettiğini göstermektedir.

Tarımsal biyoteknolojinin besin değeri yüksek farklı gıda bitkilerinin gelişimini ortadan kaldırıp; pirinç, buğday, mısır ve soya fasulyesi monokültürlerini yaygınlaştırarak gıda güvenliğinin temellerini daralttığı gözlenmektedir. Genetiği değiştirilmiş organizmalar ise temel gıda çeşitliliğini ihmal etmesi ve yüksek verimliliğin aksine herbisit direncine odaklanması nedeniyle tarımsal biyoteknolojilerin kazançlarını dahi ortadan kaldırmaktadır. Bitkiler, gün geçtikçe aynı çeşidin genetiği tek bir işlev için değiştirilmiş ürünlerinin monokültürüne dönüşmektedir. Tütün ve pamuk gibi beslenme amaçlı kullanılmayan ürünlerin genetik olarak dönüştürülmesi ve ekiminin yaygınlaşmasıyla birlikte ise gıda üretimi için ayrılan araziler azalacak ve küresel beslenme politikası büyük ölçüde zafiyete uğrayacaktır. Ulusal yazılı basında konunun ele alınışına bakıldığında ise,

· Genetiği değiştirilmiş organizmalara ilişkin haberlere adeta hiç yer verilmediği (yalnızca 1 haberde ve olumlayıcı bir içerik ile sunulduğu),

· Haber başlık ve içeriklerinde okur ilgisini çekerek gazete satışlarını artırmak amacıyla popüler, çarpıcı, ancak bilgilendirmeden yoksun bir söylemin kullanıldığı (Patatese Sıkıyönetim Geliyor, Transparan Kurbağa, Fast Food Deniz Suyu Kadar Tuzlu gibi),

· Haber içeriklerinin ‘ne yediğimizden’ çok ‘nasıl yediğimiz’ konusu üzerinde yoğunlaştığı ve fotografik görüntü kullanımı ile okur kitlesinde dikkat çekme-psikolojik uyarmaya başvurulduğu

görülmektedir. Biyoçeşitlilik, içerisinde barındırdığı bütün sorunlara rağmen insanlık tarihinin sürdürülmesini sağlayacak temel kaynaktır. Tarımsal biyoteknolojinin gıda güvenliği açısından taşıdığı belirsizlikler ve küresel ekolojik sisteme yön verme çabaları yeni zararlı bitkilerin açığa çıkması ve genetik kirlenme problemleri taşıdığı görülmektedir. Türkiye’de sağlıklı beslenmeye yönelmiş verimli, etkili ve bilinçli bir ulusal beslenme politikasının kabul görmesi için toplumun gıda üretimi, dağıtımı ve tüketimi konusunda farklı enformasyon kanalları kullanılarak bilgilendirilmesi zorunluluğu gün geçtikçe belirginleşmektedir. Kitle iletişim araçlarına düşen görev ise, daha önce pek çok konuda gerçekleştiremediği toplumu eğitme ve bilinçlendirme faaliyetini yaşamsal önem taşıyan gıda ve sağlıklı beslenme konusunda hayata geçirmesidir.



Kaynaklar

1. Brown LR. 2006. Dünyayı Nasıl Tükettik?. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 230 s, İstanbul.

2. Çetiner S. 2005. Tarımsal Biyoteknoloji ve Gıda Güvencesi: Sorunlar ve Öneriler. Modern Biyoteknoloji, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ve Gıda Güvenliği Konferansı, 11-34 s, Ankara.

3. UNCTAD. 2005. International Trade in GMOs and GM Products. 1st ed. UN Pub, Geneva.

4. Kleinman DL, Kloppenburg J. 1991. Aiming for the Discursive High Ground: Monsanto and the Biotechnology Controversy. Sociological Forum, 6 (3) 427-447.

5. Vigorito AJ. 2002. Agricultural Biotechnology, Corporate Hegemony, and the Industrial Colonization of Science. Ohio State University PhD Thesis, 155 p, Ohio.

6. McCombs ME, Shaw DL. 1972. The Agenda Setting Function of Mass Media. Public Opinion Quarterly, 36:176-187.

7. Shiva V. 2006. Çalınmış Hasat. BGST Yayınları, 160 s, İstanbul.