PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Hayvan Beslemede Anti Besleme Faktörleri


Mr.Muhendis
16.07.2009, 18:15
Bitkiler aleminde çoğu bitki, besin madde depolarını dış zararlılara karşı korumaya yarayan kimyasal bileşikleri sentezleyebilme yeteneğine sahiptir. Bu bileşikler, hayvanlar veya insanlar tarafından tüketildikleri zaman oldukça zararlı veya ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bunlar arasında proteaz inhibitörleri, goitrojenler, alkaloidler, okzalatlar ve fitatlar sayılabilir. Bu bileşikler bunları tüketen hayvanlarda büyümede gerilemeye yol açtıkları gibi, sindirim sistemi başta olmak üzere çeşitli vücut fonksiyonlarında da ciddi aksamalara yol açabilirler.
Tanenler genellikle bitkilerin kök, odun, kabuk, yaprak ve meyvelerinde bulunur; tanik asit olarak da bilinir. Tanenler polifenolik bileşikler olup, kolza, bakla ve sorgum gibi bitkilerden elde edilen, açık sarı-kahverengi toz, pul ya da süngersi bir kütle halindeki biçimsiz (amorf) maddelere verilen addır.
Saponinler, baklagiller ile fasulye ve kimi baharat tohumlarındaki şekerli steroidal veya triterpen bileşiklerdir. Bunların bitkileri fungal, bakteriyel ve böcek saldırılarına karşı korudukları sanılmaktadır. Saponinler sindirim ve metabolizmada rol alan enzimleri inhibe ederler, Zn ile çözünmez formda kompleks meydana getirerek sindirimi olumsuz yönde etkilerler.
Gossypol, pamuk bitkisinin tohum, yaprak, dal ve köklerinde bulunan polifenolik bir pigmenttir. Toksik bir bileşik olup, kalp, solunum, üreme sistemiyle karaciğerde lezyonlara yol açar. Serbest gossypol toksik olduğu halde, bağlı formda olanı değildir. Pamuk tohumunun ısıl işleme tabi tutulması gossypol'ün bağlı forma geçirilmesi içindir.

Livadi
03.05.2010, 22:20
Hayvan Beslemede Anti Besleme Faktörleri


Doğa, bitkiler alemine giren çoğu bitkiyi, besin madde depolarını dış zararlılara karşı korumak amacıyla bazı kimyasal bileşikleri sentezleyebilme yeteneğiyle donatmıştır. Bu bileşikler, hayvanlar veya insanlar tarafından tüketildikleri zaman oldukça zararlı veya ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Bu bileşiklerin çoğu belirli yem maddelerinde doğal olarak bulunan proteaz inhibitörleri, goitrojenler, alkaloidler, okzalatlar, veya fitatlar olabilirler. Bu bileşikler besin madde yarayışlılığını düşürdükleri gibi, bunları tüketen hayvanlarda büyümede gerilemeye yol açtıkları gibi, sindirim sistemi başta olmak üzere çeşitli vücut fonksiyonlarında ciddi aksamalara yol açabilirler.
Diğer bazı anti besleme faktörleri ise, yemlerde fungal veya mikrobiyal metabolizmalar sonucu yada bitkinin kendisi tarafından enfeksiyon ve yaralanma hallerinde savunma mekanizmasının bir öğesi olarak sentezlenirler (Shahidi,1997).
Neyse ki, bir yemde bulunan anti besleme faktörleri o yemin besin madde olarak kullanımını önleyemez. Çünkü, yemlerde bulunan toksik maddeleri nötralize etmek veya detoksifiye etmek amacıyla geliştirilmiş birçok işleme yöntemi bulunmaktadır. Genelde bu anti besleme faktörleri düşük düzeyde tüketilmeleri halinde toksik değildir veya zararlı bir etki oluşmadan tolere edilebilirler (Yannai,1980).
Baklagil proteinleri; soya, yerfıstığı, nohut, ve bakla gibi baklagil tohumlan mükemmel birer protein kaynağı oldukları halde, hayvan yemlerinde kullanılmalarını sınırlayan kimi anti besleme faktörlerini içerirler. Bu anti besleme faktörleri proteaz inhibitörleri, hemaglutinler (lektinler), üreaz, lipoksijenaz, siyanogenik glikozitler veya antivitamin faktörlerini içerirler. Tüm baklagiller değişik düzeylerde de olsa tripsin inhibitörü'nü içerir. Bu bileşik ham yem maddesi veya tam olarak işlenmemiş baklagil tohumlarıyla birlikte alındıkları zaman sindirim sisteminden salgılanan tripsin ile birleşerek inaktif formda kompleks bir bileşik meydana getirir. Normal koşullarda tripsin sekresyonunun devamını önleyen negatif feed-back mekanizmasının devreye girmesi önlenir ve pankreasın sürekli olarak tripsin salgılaması sağlanır. Bunun sonucunda pankreatik hipertrofi, büyümede ve yemden yararlanmada gerileme görülür. Bu durum, yeterince ısıl işlem görmemiş soya küspesi ile beslenen kanatlılarda ortaya çıkmaktadır (Shahidi,1997). Neyse ki, baklagil dane yemlerinde bulunan bu proteaz inhibitörleri ısıl işlemle kolayca tahrip edilebilmektedir (Liener ve Kakade, 1980).
Diğer bazı baklagil tohumlarında tripsin inhibitöründen daha önemli düzeylerde ve potens'te anti besleme faktörleri bulunabilir. Hemaglutin (lektinler de denir) baklagillerle, nitrojeni fıkse eden bakteriler arasında bulunan simbiyotik ilişkinin oluşmasında kritik bir role sahiptirler (Liener,1997). Lektinlerin yol açtığı toksisite baklagil türüne göre değişmekte olup, fasulyede bulunan lektinler soyadakine göre daha toksik bir etkiye sahiptirler. Lektinler şekerler ve glukokonjugatlarla spesifik bir tarzda reversibıl (geri dönüşlü) olarak birleşen proteinlerdir (Jaffee, 1980; Liener, 1997).
Lektinler ince barsak epiteli üzerinde bulunan mikrovilli yüzeyindeki glukoproteinlere bağlanarak bazı yaraların oluşmasına ve anormal mikrovilli gelişimine yol açarlar. (Psztai, 1991; Shahidi,1997). Bunun sonucunda besin maddelerinin ince barsak epitel hücrelerine emiliminde ciddi aksamalar meydana gelir. Lektinlerin barsak epitel dokusundaki yapıya verdikleri zarar sonucunda glikoz, amino asitler, vitamin B12 ve iyon transportunda önemli düzeyde malabsorbsiyonlara yol açtıkları gösterilmiştir (Dobins ve ark., 1983). Lektinlerin bu toksik etkileri sadece sindirim kanalındaki tahribatlarıyla sınırlı değildir.
Lektinlerin daha ileri düzeydeki olumsuz etkileri, tahrip olan epitel doku nedeniyle karbonhidrat ve protein emiliminde oluşan aksama sunucunda, sindirime uğramamış ve emilmemiş bu besin maddelerinin daha alt barsak segmentlerine (kolon) geçerek burada fermentasyona uğramalarıyla oluşmaktadır. Hemaglutinlerin bu zararları sadece tüketilmeleri halinde oluşmaz. . Bir çeşit lektin olan hintyağı tohumlarındaki ricin'in (lektin) inhalasyonu, solunum yollan mukozasında enflamasyonlara ve akciğerlere kadar uzanan kanamalı yaralara yol açar. Ayrıca lektinler barsaktaki mikrovilli yüzeyinde bulunan glikoprotein yapısındaki reseptörlere ve barsak bakterilerinin yüzeyine bağlanarak bakterilerle barsak yüzeyi arasında yapışkan bir tabaka oluştururlar. İşlenmemiş çiğ soya veya lektin ekstraktlannın rat ve civcivlere verilmesiyle coliform (patojen) bakteri populasyonunda bir artış olduğu görülmüştür. Lektinler daha sonra epitel dokuda açtıkları yaralarla bu bakteri veya toksinlerin epitel dokuyu geçerek organizmaya daha ciddi zararlar vermesine meydan verebilirler. O halde çiğ (ısıl işlem görmemiş) fasulye veya soya, gastrointestinal sistemde önemli tahribatlara yol açabilir. Genç kanatlılar ve özellikle hindi palazlan lektinlere karşı çok duyarlıdır. Çünkü gelişimleri için yüksek düzeyde amino asitlere gereksininim duyarlar.
Baklagil tohumlarında daha başka anti besleme faktörleri de bulunmaktadır. Soyada üreyi amonyak (NHs) ve CO:'e hidrolize eden üreaz bulunmaktadır (Mc.Donalt ve ark., 1995). Aşın dozlarda alınması üre siklusunda amonyak bulunması ile sonuçlanır.
Diğer taraftan tiroid fonksiyonunu olumsuz yönde etkileyen goitrojenler yerfıstığı ve soyada bulunur (Ensminger ve Olentine, 1978). Baklagillerde bulunan diğer bir anti besleme faktörü ise hidrolizi sonucu hidrojen siyanit (HCN) oluşumuna yol açan siyanojenik glikozitler uma fasulyesinde yüksek miktarda bulunur. Çiğ yemeklik fasulyede ise, düşük seviyelerde tokoferol bulunmakta ve civcivlerde kas distrofısine yol açan E vitamini antagonisti bileşiklere Taşlanmaktadır. Çiğ soya küspesi hindi palazlarında raşitizme yol açmakta ve çoğu kanatlı türlerinde vitamin BU gereksinimini artırmaktadır (Ensminger ve Olentine ,1978; Liener ve Kakade,1980;Liener,1997). Bu bileşiklerin tahrip olma derecesi uygulanan sıcaklık derecesine ve süresine bağlı olarak değişir. Tripsin inhibitörlerinin fermantasyon yoluyla da inaktive edilebileceği bildirilmiştir. Tohumun filizlenmesi de soya ve yemeklik fasulyede besleme değerinin artmasına yol açabilmektedir. Ancak, filizlenme soyada tripsin inhibitörlerini etkileyememekte harta fasulyedeki düzeylerinin iki katına çıkmasına yol açmaktadır. Onun içindir ki, çimlenmemiş fasulye ile beslenen kanatlılarda büyüme hızının artması tripsin inhibitörleri dışındaki diğer anti besleme faktörlerinin tahribine bağlanmaktadır.
Baklagiller ayrıca anti besleme etkisi olan ve sindirimi çok zayıf olan kimi karbonhidratlan da içermektedir. Soya küspesinin yaklaşık olarak %40'ı sellüloz ve muhtelif polisakkaritler ile oligosakkaritlerden, oluşmaktadır. İyi bilinen polisakkarit kısmı (%15-22) ise asidik polisakkaritler (%8-10), arabinogalaktan (%5), sellülozik materyal (%l-2) ve nişastadan (%0.5) oluşmaktadır (Honingve Rockin,1979). Bunların çoğu kanatlılar tarafindan sindirilememektedir. Soya küspesinde az bilinen polisakkaritler ise mannanlar olup (Dierich,1989) kanatlılar için yoğun bir anti besleme özellik taşırlar (Low,1990). Galakto mannan ise, en viskoz polisakkarittir (Whistler ve Smant,1953). Soya küspesindeki oligosakkarit fraksiyonu ise, soyadaki anti besleme özelliği taşıyan karbonhidratlar içerisinde nisbeten sindirilebilen kısmıdır. Buna rağmen oligosakkaritlerin soyada osmotik ishal meydana getirerek, TME değeri ve selüloz sindirimini düşürdükleri bilinmektedir (Coon ve ark., 1990).
Tripsin İnhibitörleri
Çoğu baklagil dane yemleri ile kimi buğdaygil dane yemlerinde bulunurlar. Tripsin İnhibitörleri peptid yapıda bileşikler olup, pankreatik enzimlerden tripsin ile inaktif kompleksler oluşturur. Oluşan bu kompleksler tripsin ve kemotripsin aktivitesini düşürür. Tripsinin bağırsakta inaktive edilmesi, kolesistokinin-pankreozim (CCK-PZ) in barsak mukozasındaki sekresyonunu artırır. Bu hormon pankreası zorlayarak daha fazla kemotripsin, amilaz ve elastaz salgılamasını sağlar. Pankreasın aşın derecede stimüle edilmesi ve daha fazla enzim salgılamaya zorlanması, kanatlılarda hipertrofik ve hiperplazik olarak aşın derecede büyümesine yol açar.
Yapılan çalışmalar civcivlere işlenmemiş ham soya küspesi verilmesiyle canlı ağırlığın gerilediği görülmüştür. Kimi bildirişlerde ise, tripsin inhibitörlerinin olumsuz etkisi artan pankreatik salgılara bağlı olarak oluşan endojen protein kayıplarına bağlanmaktadır. Dolayısıyla tripsin inhibitörlerinin ABF olarak ei.kileri, hayvanın sindirim kapasitesinin azalışından değil, sindirim enzimleri ve diğer endojen protein kayıpları ile ilişkilidir. Bu enzimlerin metiyonin gibi esansiyel amino asidleri bakımından zengin olduğu düşünülürse, canlı ağırlığın neden bu denli olumsuz yönde etkilendiği daha iyi anlaşılır.
Tripsin inhibitörlerini düşük düzeylerde içeren soya varyeteleri geliştirilmiştir. Ancak, protein yapısındaki bu ABF’nin enzimler (proteazlar) aracılığıyla dekompoze yoluna gidilmesi yeni bir yaklaşım şeklini oluşturmaktadır. En yaygın yöntem bu anti besleme faktörlerinin etkin bir ısıl işlemle tahribi yoluna gidilmesidir.
İşlenmemiş çiğ soyadaki bu olumsuz etkinin sadece %40'ı tripsin inhibitörlerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü soyada lektinler (hamaglutinin), antijenik proteinler de benzer şekilde civciv performansına olumsuz yönde etkide bulunmaktadır.
LAHANA FAMİLYASINA GİREN BİTKİLER
Kolza ve kanola üretimi, yağ bitkisi olarak dünya yağlı tohum üretimi içerisinde 3. sırada yer almaktadır. Kolza küspesi veya kanola hayvanlara protein kaynağı olarak verilmekle beraber, toksik madde içermeleri nedeniyle ancak sınırlı düzeylerde verilebilmektedir.
Kolza yumurtacı yemlerinde %5 düzeyinde önerildiği halde, broiler yemlerinde % 15'e kadar kullanılabilmektedir. Kanola için kullanım düzeyi ise daha yüksektir.
Lahana, kıvırcık, şalgam, karnabahar, brüksel lahanası, hardal ve kolzada önde gelen toksik bileşikler goitrojenik glukozinatlardır (Ensminger ve Olentine,1978). Bu yemleri tüketen at, tavuk, domuz ve sığır gibi hayvan türlerinde büyümede depresyon, tiroid bezinde iyot alımında düşme ve tiroid bezinde büyüme, ve diğer vücut organlarında patolojik değişmeler meydana gelir. Bu bileşiklerin kendileri toksik olmadığı halde, enzimatik hidrolizleri sonucu oluşan depresyon ürünleri toksiktir. Bunlar tiyosiyanat iyonları, izo tiyosiyanatlar. nitritler, goitrin ve diğer oxazolidinethion'lardır (Shahidi ve ark.,1997). Bu bitkilerde glukozinolatlarla beraber tiokhihozidaz enzimi bulunur ki bununla hidrolizleri mümkün olabilmektedir. Hidroliz olayı bu bitkilerin çiğ olarak çiğnenmesi veya mekanik olarak kırılması sonucu oluşur. Glukozinolatlann bu goitrojenik degredasyon ürünleri tiroid bezinin iyot alımım baskı altına alarak tiroid bezinin tiroksin salgısına müdahale eder ve tiroid bezinde büyüme ve kimi metabolik bozukluklara yol açarla (AkibaveMatsumoto,1973).Uygun bir şekilde ısıl işlem uygulanması glukozinolatlann toksik etkisini minimum düzeye düşürür. Kolzanın ısıl işleme tabi tutulmasıyla mirosinaz(hidrolitik enzim) inaktif hale getirilerek, glukozinolatlann degrage olup toksik ürünlerine ayrılmasını önlemektedir.

Glükozinolatlar
Lahana, kıvırcık, şalgam, karnabahar, brüksel lahanası, hardal ve kolza gibi lahana familyasına giren bitkilerde önde gelen toksik bileşikler goitrojenik glukozinatlardır. Bu yemleri tüketen at, tavuk, domuz ve sığır gibi hayvan türlerinde büyümede depresyon, iyot alımında düşme ve tiroid bezinde büyüme, ve diğer vücut organlarında patolojik bozukluklar meydana gelir. Bu bileşiklerin kendileri toksik olmadığı halde, enzimatik hidrolizleri sonucu oluşan degredasyon ürünleri toksiktir. Bunlar tiyosiyanat iyonları, izotiyosiyanatlar, nitritler, ve goitrin gibi bileşiklerdir.
Bu bitkilerde glukozinolatların yanısıra tiyoglükosidaz (mirosinaz) bulunur ki, bu enzim aracılığıyla hidrolize olarak degeredasyonları mümkün olabilmektedir. Hidroliz olayı bu bitkilerin çiğ olarak çiğnenmesi veya mekanik olarak kırılması sonucu oluşur. Glukozinolatlarm bu goitrojenik degredasyon ürünleri tiroid bezinin iyot alımını baskı altına alarak tiroid bezinin tiroksin salgısına müdahale eder ve tiroid bezinde büyüme ve kimi metabolik bozukluklara yol açarlar. Uygun bir şekilde ısıl işlem uygulanması glukozinolatlann toksik etkisini minimum düzeye düşürür. Kolzanın ısıl işleme tabi tutulmasıyla mirosinaz inaktif hale getirilerek, glukozinolatlann degrade olup toksik ürünlerine ayrılmasını önlemektedir.
Kolza varyetelerindeki glükozinolat düzeyleri 100-200 µM/g gibi yüksek düzeylerden 30 µM/g a kadar düşmektedir.Kolza yumurtacı yemlerinde %5 düzeyinde önerildiği halde, broiler yemlerinde %8'e kadar kullanılabilmektedir. Damızlık yemlerinde ise kolza ya hiç kullanılmamalı, yada glükozinolat düzeyi sıfırlanmış kanola en çok %8'e kadar kullanılmalıdır.
KÖK VE YUMRULU YEMLER
Kasava (tapioka), patates ve tatlı patates gibi köklü ve yumrulu bitkiler gelişmekte olan ülkelerde giderek yaygınlaşmaktadır. Kuru madde esasına göre patatesin protein değeri buğday ve pirinç varyetelerinden daha yüksektir. Tatlı patates nişastası mısır nişastasından daha üstündür. Çünkü jelatinasyon sıcaklığı daha düşüktür ve protein kalitesi kazeine eşdeğerdir. Ancak, bu kök ve yumru bitkilerin kanatlı ve diğer çiftlik hayvanlarına verilmeden önce uygun bir şekilde işlenmesi gerekmektedir.
Kasavada bulunan siyanojenik glukozidler bu bitkinin diğer böcek ve zararlılara karşı geliştirdiği savunma mekanizmasının bir parçasıdır (Shahidi ve Wanasundava, 1997). Siyanojenik glukozidlerin toksik iki komponenti olan linamarin ve lotaustralin kasava bitkisinin kökündeki vakuollerinde bulunmaktadır. Hidrolitik enzimler (p-glükosidaz) bu bileşikleri hidrolize ederek, aseton, glukoz ve hidrosiyanik asit (HCN)'i koparıp yumru hücrelerine geçmesini sağlar. Toksisite bu bitkilerin parçalama, çiğneme ve mekanik öğütme gibi işlemler sonucu hücre bütünlüğü bozularak bu bileşiklerin açığa çıkmasıyla oluşur. Esas toksik bileşik HCN dir. 0-glukosidaz enzimi protein yapısında olup pişirme esnasında sıcaklığın etkisiyle tahrip olur. Tahrip olmaları halinde HCN'nin aktif hale geçmesini sağlayan reaksiyonları katalize edemezler. Dolayısıyla kasavanın toksisitesi bitkinin pişirilmesi veya ısıtılmasıyla önlenebilir. Bu glukozidler suda kolayca çözünebilen ve ısıyla
kolayca ayrışabilen bileşiklerdir. Bu şekilde açığa çıkan HCN ısıtma veya kaynama işlemiyle
uçurulabilir. Parçalanıp güneşte kurutulan kasava kökleri de, HCN uçması nedeniyle
hayvanlar için güvenli niteliktedir.
Patates bitkisiyle yumrularında da toksik olan gluko-alkaloidler bulunmaktadır. Patatesteki en önemli gluko-alkaloid bileşik solanin olup bitkideki düzeyi patatesin varyetesine ve bitkinin yaralanma, bakteriyel ve fungal saldırılara maruz kalma durumuna göre değişebilir (Friedman, 1997). Kanatlılarla çiftlik hayvanlarında, solanin toksisitesi nedeniyle çok ciddi gastrointestinal ve nörolojik bozukluklar rapor edilmiştir (Plhak ve Sporus, 1997). Belirli glikoalkaloidler kolinesteraz inhibitörü olarak etki etmektedir. Patates zehirlenmesiyle ortaya çıkan apati'de, şaşkınlık ve depresyonun sebebi budur. Patates ıslahında alkaloid kapsamı 20mg/100g taze patates dokusunu geçen varyeteler ıslah programlarından tamamen çıkarılmaktadır.
Tatlı patateste ise çok sayıda anti besleme faktörü bulunur. Bunlar furanoterpenoidler ve latex tipi bileşiklerdir. Amerikan tatlı patates varyetelerinde 7 farklı tripsin inhibitörü bulunmaktadır. Bu toksik maddeler ısıyla tahrip olmakta ve 75-85°C arasında ısıtmayla aktivitelerinin, %50 sini, 15 dakika kaynatmayla %90' ını, ve 130 °C' de 30 dakika kaynatmayla tamamını kaybederler. Toksik furanoterpenoidler tatlı patateslerin yara berelerinde, fungal ve bakteriyel saldırıya karşı savunma mekanizmasının gereği olarak akümüle olmaktadır. Hastalıklı ve stresli patateslerde çok sayıda toksin üremekle beraber, fusarium solani enfeksiyonuna karşı üretilen karaciğer ödemi toksini en tehlikeli ve lethal olanıdır. Sığırlarda bu akciğer ödemi toksini, 4-ipemeanor un 9 mg/kg vücut ağırlığı, üzerindeki dozda tüketilmesi 24 saat içerisinde tipik sığır zatürresi (bovine interstisial pneumania) nin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu hayvanlar 2-3 gün içerisinde ölebilmektedir. Pişirme ve kaynatma bu toksinleri kısmen inaktif hale getirmekle beraber, hayvanlara kırılmamış, parçalanmamış ve enfekte olmamış olanların verilmesi gerekmektedir. Patateste enfekte ve hastalıklı dokuların bıçakla kesilmesi de toksinlerin eleminasyonuna yardımcı olmaktadır.
PAMUK TOHUMU
Pamuk tohumu küspesi yaygın bir ruminant yemi olmakla beraber dünyanın çeşitli ülkelerinde kanatlı yem maddesi olarak da giderek popülarite kazanmaktadır.. Pamuk bitkisinin tohum, yaprak, dal ve köklerinde polifenolik gossypol pigmentini salgılayan bezeler bulunmaktadır (Ensminger ve Olentine, 1978). Gossypol'ün pamuk bitkisini böcek saldırılarına karşı koruduğu sanılmaktadır. Gossypol pigmenti toksik olup, değerli bir protein kaynağı olan pamuk tohumu küspesinin genç ruminantlar ile tek • mideli rasyonlannda kullanımını sınırlamaktadır. Gossypol, kanatlılarla diğer ,tek • mideli, veya genç ruminant hayvanlarda, kardiyak, üreme, solunum sistemleriyle karaciğerde lezyonlar meydana getirebilmektedir. Yem tüketiminde ve yumurta veriminde azalma ve yumurta şansında renk bozukluğu oluştuğu rapor edilmiştir (Stephenson, 1973). Ergin ruminantlardaki rumen fermentasyonu ise bu toksik bileşiği inaktif hale getirmektedir. Onun için ergin ruminantlarda kullanımı herhangi bir risk taşımamaktadır..
Serbest gossypol toksik olduğu halde, bağlı formdaki gossypol değildir (Bernardi ve Goldblaff, 1980). Pamuk tohum küspesinin ısıl işleme tabi tutulmasının amacı serbest gossypol'ü bağlı hale getirmektir. Isıl işlem, gossypolün formil grubuyla, lisin ve argininin serbest amino grubunu veya sistein'in tiyol grubunu etkileştirerek bağlı forma getirmektedir.
Pamuk tohumunun protein olmayan komponentleri de ısıl işlemle serbest gossypolü bağlı hale getirebilir. Böylece oluşan konjüge bileşikler devam eden ısı nedeniyle moleküler farklılaşmaya ve sonunda çözünmez, sindirilemez polimerize ürünlere dönüşürler. Bu bağlanma olayı gossypol'ün toksisitesini giderirken pamuk tohumu küspesinin proteininin biyolojik değerini de düşürmektedir.

Gossypol
Pamuk bitkisinin tohum, yaprak, dal ve köklerinde bulunan polifenolik bir pigmenttir. Toksik bir bileşik olup, kalp, solunum, üreme sistemleriyle karaciğerde lezyonlara yol açar. Serbest gossypol toksik olduğu halde, bağlı formda olanı değildir. Pamuk tohumunun ısıl işleme tabi tutulması gossypol'ün bağlı forma geçirilmesi içindir. Bu esnada gossypol'ün formu grubu ile lisin ve arginin'in serbest amino grubu veya sistein'in tiyol grubu etkileşerek gossypol'ü bağlamaktadır. Böylece serbest gossypolün düzeyi % 0.04 altına düşmekte ve oluşan konjüge bileşikler çözünmez, sindirilemez, polimerize ürünlere dönüşür. Proteinler bağlanır, lisin ve arginin gibi amino asidlerin yarayışlığı düşer.
Tavuklarda yem tüketimi ve yumurta veriminde düşmeye ve yumurta sarısı'ında renk bozukluğuna neden olur. Yumurta akında da pembeleşme görülür.
Önlemler:
- Pamuk tohumu ısıl işleme tabi tutulurken aşın ısıdan kaçınmalıdır.
Gossypolü bağlamak için 2: l oranında yeme demir sülfat (Fe2SO4) katılır.

Yeme metal tuzlarının (demir sülfat) ilavesi gossypol'ün bu olumsuz etkisini giderebilir. Yeme gossypol ile orantılı olarak 2:1 veya 3:1 oranlarında demir katılması karaciğer gossypol düzeyini düşürmekte ve yumurta sarışındaki renk bozulduğu giderilerek, gossypol toksisitesinin önemli ölçüde önüne geçilebilmektedir.
TAHIL VE TAHIL ÜRÜNLERİNDEKİ NOP
Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve tritikalede bulunan kimi nişasta olmayan polisakkaridler (NOP) özellikle kanatlılarda anti besleme özelliğine sahiptir. NOP olarak tahıllarda bulunan arabinoksilan, ksilan, p-glukan'lar muhtelif konfigürasyonda olan hücre duvarı polisakkaridleri olup kanatlıların sindirim sisteminde salgılanan enzimlerle parçalanamazlar.
NOP'in kanatlılardaki anti besleme etkileri muhtelif mekanizmalar sonucunda olmaktadır. NOP barsak içeriğinin viskozitesini yükseltmekte ve kanatlı performansım olumsuz yönde etkilemektedir. NOP'in viskozite etkileri dışında, gastrointestinal sistemin salgı düzenini bozmakta ve barsak mikroflorasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir ( Locht, 1992 ). NOP'ler çözünür duruma geçtikleri zaman, büyük kompleks polimerize moleküller meydana getirerek barsak içeriği viskozitesini artırarak, barsak enzimlerinin aktivitesini yavaşlatmakta veya azaltmakta ve aynı zamanda sindirim olayı sonucu hidrolize olan besin maddeleriyle etkileşerek emilimlerini (özellikle yağ miselleri) önlemektedir (Classen, 1991). Tam olarak sindirilemeyen veya emilimleri engellenmiş olan besin madde partikülleri barsak alt segmentlerine (kolon) geçerek burada mikrobiyal fermentasyona maruz kalır. Dane yemlerde bulunan bu NOP'nin olumsuz etkileri yemlere uygun enzimler katılarak giderilebilir.
MİKOTOKSİNLER
Mikotoksinler hayvanlarda yem olarak kullanılan yem maddelerinde potansiyel olarak bulunabilirler. Olumsuz ve stresli iklim koşullarında yetişen veya elverişsiz koşullarda depolanan dane yemlerde hayvanlar için potent toksin veya karsinojen maddeler olan, toksik sekonder fungal rhetabolitleri içerirler (Price ve ark., 1993). Gıda ve yemlerde belirlenen belli başlı toksinler; aflatoksinler, patulin, ochratoksin, penicillic asit, trichothecene toksinleri ve zearalenon' dur.
Aflatoksinler, Aspergilhıs flcn-ıts ve A. parasitııcııs tarafından fungal gelişmeye elverişli tüm koşullar altında üretilirler, ilk aflatoksin vakası, İngiltere'de 1960 ve 1961 yıllarında binlerce hindi palazı, civciv ve ördek yavrusunun ölmesi sonucunda , Brezilya'dan gemiyle gönderilen yerfıstığı küspesinin Aspergilhıs flavııs ile kontaminasyonu ile oluştuğu belirlenmiştir (Mc Donald, 1995). Bu fungal metabolitlerin aflatoksinlerden BI, 83, Gı ve G; nin karışımları olduğu, ultraviyole, irradiasyonunda mavi ve yeşil floresanstan, anlaşılmıştır. Bunlar içerisinde aflatoksin B ı en toksik ve hepatokarsinojenik olanıdır.
Fuminosinler Fusarium alt türlerinin metabolitleri olup mısır partiküllerini çoğunlukla kontamine ederler. 1991 yılında ABD Veteriner Hastalıkları Merkezi (CVM) kabuklu mısırın %13' ünde ve öğütülmüş mısır kırıntıları örneklerinin % 100'ünde Fuminosin belirlemişlerdir. Vomitoksin olarak bilinen deoksinivakenol ise, buğday ve arpayı kontamine eden Fusarium tarafından üretilen bir trichothecene toksinidir. Bu toksin domuzlarda kusma, kaz ve ördek osefagus ile taşlıklarında nekrozlara ve sığırlarda ise barsaktaki lezyonlar nedeniyle ölümlere yol açabilirler (Hathcock ve Rader, 1994). Benzer bir CVM anketi ABD'de 1991 yılında, kışlık buğdayın %58.2'si ile bahar buğdaylarının bu toksin ile kontamine olduğunu göstermiştir.
Çavdar ve brom orunda gelişen çavdar mahmuzu (claviceps purpurea) düşük dozlarda bile uzun süreli olarak alındığında sindirim bozuklukları, yavru atma, paraliz, topuk, kulak ve kuyruk ile ayak ve bacaklarda kangrenli yaralara yol açar.
Zearalanone da, küflü mısırda rastlanmakta ve domuzlarda üreme sisteminde kontaminasyonlara yol açmaktadır.
Mikotoksinlerin, yem maddelerinin besin değerini düşürmeden kontrolünü sağlayan, maliyeti düşük detoksifiye metodlan henüz bulunamamıştır (Ramos ve ark., 1996). En iyi yöntem mikotoksinlerin gelişimini, kontaminasyonunu ve çoğalmasını önlemek için dane yemi iyi bir şekilde kurutarak elverişli koşullarda depolamaktır. Yem maddelerinin depolandığı yerde nem oranlarının kontrolü, yem fabrikalarında sanitasyon kurallarına uyulması, tank ve diğer depolama yerlerinin terleme yoluyla nem oranını artırabileceği hususlarının göz önüne alınması gerekmektedir. 7 °C sıcaklıkta dane tahılda nem oranı %18'i ve yerfıstığı danelerinde de %8-9'u bulduğunda fungus gelişimi maksimum düzeye ulaşır. Şüpheli yem materyalinde belirli mikotoksinlerin analizi rutin olarak yapılmalıdır.
Mikotoksinlerle kontamine olmuş yem materyalinde yapılabilecek bazı iyileştirme işlemleri bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
1) Kontamine olmuş hintyağı küspesinin amonyak veya amonyum hidroksitle
muamelesiyle kolayca detoksifiye olduğu bidirilmiştir (Grane ve ark., 1973).
2) Kontamine olmuş yem maddelerine bentonit, zeolit, sodyum kalsiyum
aluminosilikatlann ilavesiyle, besleme değeri olmayan bu adsorbanlar
mikotoksinleri kendine bağlayarak ayırmakta ve bunların emilimini
engellemektedir. Böylece mikotoksinlerin bu toksik etkileri adsorbanlann
kullanımıyla önlenebilir (Ramos ve ark., 1996).
3) Kontamine mısırın tavuk gübresi içerisine gömülmesiyle aflatoksin düzeyi 433
ppb'den 54 ppb'ye, ve diğer bir çalışmaya göre ise, 402 ppb'den 8 ppb'ye
düşürülmüştür (Jones ve ark., 1996). Detoksifikasyon olayının mikroorganizma
faaliyeti ve dışkının fermentasyonu ile çıkan amonyak aracılığı ile sağlandığı
sanılmaktadır.
TANENLER
Tanenler polifenolik bileşikler olup, kolza, bakla ve sorgumda bulunurlar. Bu bileşikler, yem maddelerindeki esansiyel mineraller, proteinler ve karbonhidratlarla kompleks bileşikler meydana getirerek besleme değerini düşürürler (Nazk ve Shahidi, 1997). Tanen içeriğine bağlı olarak büyümede depresyon görülür. Kolza veya kanola küspelerinde bulunan tanen, küspelerdeki demir ile kuvvetli bir demir-fenol kompleksi oluşturarak demirin
absorbsiyonunu önemli derecede düşürür. Tanenler, aynca tripsin ile a-amilazların sindirimdeki aktivitesini, substratlarla kompleks teşkil ederek önlerler veya onlara bağlanarak protein ve nişasta sindiriminin aksamasına yol açarlar. Tanenler vitamin BU ile de kompleks oluşturarak emilimini önlerler.

SAPONİNLER
Saponinler baklagiller ile fasulye ve kimi baharat tohumlarındaki şekerlere bağlanan steroidal ve triterpen gruplandır. Bu bitkilerde doğal olarak sentezlenerek, fungal, bakteriyel ve böcek saldırılarına karşı koydukları sanılmaktadır. Saponinlerin sindirim ve metabolizmada rol alan enzimleri inhibe ederek ve Zn ile çözünmez formda kompleks meydana getirerek sindirimi olumsuz yönde etkiledikleri bilinmektedir. Tek mideli hayvanların rasyonlarına giren yoncanın sınırlanmasına neden olurlar. Yoncanın civciv yemlerine %20 oranında dahil edilmesiyle yemdeki saponin düzeyi %0.3'e ulaştığından büyümede depresyon olmuştur (Birk ve Peri, 1980). Diğer taraftan yonca saponini insanlardaki safra tuzlarıyla kompleks oluşturup serum kolesterol düzeyini düşürdüğünden faydalı bulunmuştur.
AMİNO NİTRİLLER VE LATİROJENLER
Tatlı bezelye, nohut ve diğer burçaklar (Lathyrus cicef) insan, sığır ve atlarda lathyrizm'in onaya çıkmasına yol açan nörotoksinleri içerirler (Ensminger ve Olentine, 1978). Bu hastalığın semptomları, cinsel olgunlaşmada gecikme, paraliz ve bazı vücut organlarında meydana gelen lezyonlardır (Mc Donald ve ark., 1995). Deney hayvanlarının yenileriyle /-. odoratus oluşmasının bu hayvanlardaki kemik ve konnektif doku gelişiminde kimi bozukluklara yol açtığı görülmüştür (Hatchcock ve ark., 1994). Latirojenler konnektif dokudaki kollagen fibrillerinin çapraz bağlarıyla etkileşerek bu bozukluğu meydana getirmektedir. Hindilere yüksek oranda bezelye verilmesiyle aort'larında çatlama vakalarının arttığı görülmüştür. Bu yemlerin sıcak suda bekletilmesiyle nörotoksinlerin yaklaşık olarak tamamı uzaklaştırabilmektedir. Benzer şekilde, bu tür nörotoksinleri içeren dane yemlerin 150 °C'de 20 dakika süreyle kavrulması %85'inin yok olmasına neden olmaktadır (Padmanaban, 1980).
HAYVANSAL YEMLER VE DENİZ ÜRÜNLERİYLE İLGİLİ ANTİ BESLEME FAKTÖRLERİ
Hayvansal yemler, kanatlı ve diğer çiftlik hayvanları için bilinen çok değerli protein ve mineral kaynaklandır. Ancak bu değerli ürünlerin besin değeri, bakteriyel degredasyon ve bakteriyel toksik metabolitlerin üretimi sonucunda tartışmalı hale gelmektedir. Karkas etleri veya yan ürünlerindeki dekompozisyon materyalin rendering veya diğer koruma işlemleriyle stabilize edilişine kadar devam eder. Endojen enzimler ve bakteriyel aktiviteyle başlatılan bu bozuşma işlemiyle proteinler ve yapılarındaki amino asidler hidrolize olur. Proteinlerin amino asidlerine parçalanmaları sırasında, biyogenik aminler oluşur ve amonyak oluşumuna neden olan mikrobiyal dekarboksilasyon ve deaminasyon olayları meydana gelir (Edvvards ve ark., 1985). Biyogenik aminler ile amonyağın her ikisi de toksik olup, hayvan yemlerinde bulunmaları sakıncalıdır (Urlings ve ark., 1992 ).
Çoğu çiftlik hayvanı yemle alınan normal düzeylerdeki biyogenik aminleri metabolize eder, ama yüksek düzeylerde alınan biyogenik aminler toksiktir (Santos, 1996). Biyogenik aminler iki kategoride toplanabilir; psikoaktif aminler merkezi sinir sisteminde nörotransmiter olarak rol alırken, vasoaktif aminler ise vasküler sistem üzerinde^ doğrudan veya dolaylı olarak etki yaparlar (Rice ve ark., 1976, Lovenberg, 1973). Tiramin, fenilamin ve triptamin, dokularda depolanmış norepineprin hormonunu salarak kan basıncını dolaylı olarak artırırlar.
Histamin ise, potent bir kapillar dilatör olup, damarların açılmasına ve kan basıncının düşmesine ve hipotansiyona neden olur. Histamin'in ağızdan alınması ile civcivlerde, büyümede depresyon, zayıf tüylenme, artan ölüm oranı, taşlıklarda lezyonlar, dokularda ödem ve dalakta atrofi meydana gelir (Sander ve ark., 1996). Deniz hayvanları ve balık türleri deniz hayvanlarından daha yüksek oranda histamin içerdiklerinden, özellikle balık unundaki histamin oranı artmaktadır. Histamin yemlerde ve gıdalarda belirlenen en toksik amindir. Ama tek başına toksik olmayıp putrecine ve cadaverine, histamin toksisitesini sindirim enzimlerini inhibe ederek arttırırlar. Çünkü histamin tek başına sindirim enzimleriyle (diamin oksidaz ve -N- metiltransferaz) dekompoze olur. Ancak histaminin yüksek oranlarda üretildiği koşullarda putrescine ve cadaverine de ürediği için, histaminin yüksek oranda görüldüğü ürünlerde diğerlerinin de varlığını hesaba katarak ürünün düşük kalitede olduğu yargısına varılabilir.
Histamin ve diğer biyogenik aminler sıcağa karşı stabil olup, pişirme işlemiyle aktivitelerini kaybetmezler (Luten ve ark., 1992; Santos, 1996). Onun içindir ki, hayvansal ürünlerden elde edilen yemlerdeki toksisitenin önlenmesi, ham materyalde biyogenik aminlerin oluşumunu engelleyen önlemlerin alınmasına bağlıdır.

Prof.Dr.Nizamettin ŞENKÖYLÜ

Livadi
03.05.2010, 22:21
Hayvan Beslemede Anti Besleme Faktörleri


Doğa, bitkiler alemine giren çoğu bitkiyi, besin madde depolarını dış zararlılara karşı korumak amacıyla bazı kimyasal bileşikleri sentezleyebilme yeteneğiyle donatmıştır. Bu bileşikler, hayvanlar veya insanlar tarafından tüketildikleri zaman oldukça zararlı veya ölümcül sonuçlar doğurabilmektedir. Bu bileşiklerin çoğu belirli yem maddelerinde doğal olarak bulunan proteaz inhibitörleri, goitrojenler, alkaloidler, okzalatlar, veya fitatlar olabilirler. Bu bileşikler besin madde yarayışlılığını düşürdükleri gibi, bunları tüketen hayvanlarda büyümede gerilemeye yol açtıkları gibi, sindirim sistemi başta olmak üzere çeşitli vücut fonksiyonlarında ciddi aksamalara yol açabilirler.
Diğer bazı anti besleme faktörleri ise, yemlerde fungal veya mikrobiyal metabolizmalar sonucu yada bitkinin kendisi tarafından enfeksiyon ve yaralanma hallerinde savunma mekanizmasının bir öğesi olarak sentezlenirler (Shahidi,1997).
Neyse ki, bir yemde bulunan anti besleme faktörleri o yemin besin madde olarak kullanımını önleyemez. Çünkü, yemlerde bulunan toksik maddeleri nötralize etmek veya detoksifiye etmek amacıyla geliştirilmiş birçok işleme yöntemi bulunmaktadır. Genelde bu anti besleme faktörleri düşük düzeyde tüketilmeleri halinde toksik değildir veya zararlı bir etki oluşmadan tolere edilebilirler (Yannai,1980).
Baklagil proteinleri; soya, yerfıstığı, nohut, ve bakla gibi baklagil tohumlan mükemmel birer protein kaynağı oldukları halde, hayvan yemlerinde kullanılmalarını sınırlayan kimi anti besleme faktörlerini içerirler. Bu anti besleme faktörleri proteaz inhibitörleri, hemaglutinler (lektinler), üreaz, lipoksijenaz, siyanogenik glikozitler veya antivitamin faktörlerini içerirler. Tüm baklagiller değişik düzeylerde de olsa tripsin inhibitörü'nü içerir. Bu bileşik ham yem maddesi veya tam olarak işlenmemiş baklagil tohumlarıyla birlikte alındıkları zaman sindirim sisteminden salgılanan tripsin ile birleşerek inaktif formda kompleks bir bileşik meydana getirir. Normal koşullarda tripsin sekresyonunun devamını önleyen negatif feed-back mekanizmasının devreye girmesi önlenir ve pankreasın sürekli olarak tripsin salgılaması sağlanır. Bunun sonucunda pankreatik hipertrofi, büyümede ve yemden yararlanmada gerileme görülür. Bu durum, yeterince ısıl işlem görmemiş soya küspesi ile beslenen kanatlılarda ortaya çıkmaktadır (Shahidi,1997). Neyse ki, baklagil dane yemlerinde bulunan bu proteaz inhibitörleri ısıl işlemle kolayca tahrip edilebilmektedir (Liener ve Kakade, 1980).
Diğer bazı baklagil tohumlarında tripsin inhibitöründen daha önemli düzeylerde ve potens'te anti besleme faktörleri bulunabilir. Hemaglutin (lektinler de denir) baklagillerle, nitrojeni fıkse eden bakteriler arasında bulunan simbiyotik ilişkinin oluşmasında kritik bir role sahiptirler (Liener,1997). Lektinlerin yol açtığı toksisite baklagil türüne göre değişmekte olup, fasulyede bulunan lektinler soyadakine göre daha toksik bir etkiye sahiptirler. Lektinler şekerler ve glukokonjugatlarla spesifik bir tarzda reversibıl (geri dönüşlü) olarak birleşen proteinlerdir (Jaffee, 1980; Liener, 1997).
Lektinler ince barsak epiteli üzerinde bulunan mikrovilli yüzeyindeki glukoproteinlere bağlanarak bazı yaraların oluşmasına ve anormal mikrovilli gelişimine yol açarlar. (Psztai, 1991; Shahidi,1997). Bunun sonucunda besin maddelerinin ince barsak epitel hücrelerine emiliminde ciddi aksamalar meydana gelir. Lektinlerin barsak epitel dokusundaki yapıya verdikleri zarar sonucunda glikoz, amino asitler, vitamin B12 ve iyon transportunda önemli düzeyde malabsorbsiyonlara yol açtıkları gösterilmiştir (Dobins ve ark., 1983). Lektinlerin bu toksik etkileri sadece sindirim kanalındaki tahribatlarıyla sınırlı değildir.
Lektinlerin daha ileri düzeydeki olumsuz etkileri, tahrip olan epitel doku nedeniyle karbonhidrat ve protein emiliminde oluşan aksama sunucunda, sindirime uğramamış ve emilmemiş bu besin maddelerinin daha alt barsak segmentlerine (kolon) geçerek burada fermentasyona uğramalarıyla oluşmaktadır. Hemaglutinlerin bu zararları sadece tüketilmeleri halinde oluşmaz. . Bir çeşit lektin olan hintyağı tohumlarındaki ricin'in (lektin) inhalasyonu, solunum yollan mukozasında enflamasyonlara ve akciğerlere kadar uzanan kanamalı yaralara yol açar. Ayrıca lektinler barsaktaki mikrovilli yüzeyinde bulunan glikoprotein yapısındaki reseptörlere ve barsak bakterilerinin yüzeyine bağlanarak bakterilerle barsak yüzeyi arasında yapışkan bir tabaka oluştururlar. İşlenmemiş çiğ soya veya lektin ekstraktlannın rat ve civcivlere verilmesiyle coliform (patojen) bakteri populasyonunda bir artış olduğu görülmüştür. Lektinler daha sonra epitel dokuda açtıkları yaralarla bu bakteri veya toksinlerin epitel dokuyu geçerek organizmaya daha ciddi zararlar vermesine meydan verebilirler. O halde çiğ (ısıl işlem görmemiş) fasulye veya soya, gastrointestinal sistemde önemli tahribatlara yol açabilir. Genç kanatlılar ve özellikle hindi palazlan lektinlere karşı çok duyarlıdır. Çünkü gelişimleri için yüksek düzeyde amino asitlere gereksininim duyarlar.
Baklagil tohumlarında daha başka anti besleme faktörleri de bulunmaktadır. Soyada üreyi amonyak (NHs) ve CO:'e hidrolize eden üreaz bulunmaktadır (Mc.Donalt ve ark., 1995). Aşın dozlarda alınması üre siklusunda amonyak bulunması ile sonuçlanır.
Diğer taraftan tiroid fonksiyonunu olumsuz yönde etkileyen goitrojenler yerfıstığı ve soyada bulunur (Ensminger ve Olentine, 1978). Baklagillerde bulunan diğer bir anti besleme faktörü ise hidrolizi sonucu hidrojen siyanit (HCN) oluşumuna yol açan siyanojenik glikozitler uma fasulyesinde yüksek miktarda bulunur. Çiğ yemeklik fasulyede ise, düşük seviyelerde tokoferol bulunmakta ve civcivlerde kas distrofısine yol açan E vitamini antagonisti bileşiklere Taşlanmaktadır. Çiğ soya küspesi hindi palazlarında raşitizme yol açmakta ve çoğu kanatlı türlerinde vitamin BU gereksinimini artırmaktadır (Ensminger ve Olentine ,1978; Liener ve Kakade,1980;Liener,1997). Bu bileşiklerin tahrip olma derecesi uygulanan sıcaklık derecesine ve süresine bağlı olarak değişir. Tripsin inhibitörlerinin fermantasyon yoluyla da inaktive edilebileceği bildirilmiştir. Tohumun filizlenmesi de soya ve yemeklik fasulyede besleme değerinin artmasına yol açabilmektedir. Ancak, filizlenme soyada tripsin inhibitörlerini etkileyememekte harta fasulyedeki düzeylerinin iki katına çıkmasına yol açmaktadır. Onun içindir ki, çimlenmemiş fasulye ile beslenen kanatlılarda büyüme hızının artması tripsin inhibitörleri dışındaki diğer anti besleme faktörlerinin tahribine bağlanmaktadır.
Baklagiller ayrıca anti besleme etkisi olan ve sindirimi çok zayıf olan kimi karbonhidratlan da içermektedir. Soya küspesinin yaklaşık olarak %40'ı sellüloz ve muhtelif polisakkaritler ile oligosakkaritlerden, oluşmaktadır. İyi bilinen polisakkarit kısmı (%15-22) ise asidik polisakkaritler (%8-10), arabinogalaktan (%5), sellülozik materyal (%l-2) ve nişastadan (%0.5) oluşmaktadır (Honingve Rockin,1979). Bunların çoğu kanatlılar tarafindan sindirilememektedir. Soya küspesinde az bilinen polisakkaritler ise mannanlar olup (Dierich,1989) kanatlılar için yoğun bir anti besleme özellik taşırlar (Low,1990). Galakto mannan ise, en viskoz polisakkarittir (Whistler ve Smant,1953). Soya küspesindeki oligosakkarit fraksiyonu ise, soyadaki anti besleme özelliği taşıyan karbonhidratlar içerisinde nisbeten sindirilebilen kısmıdır. Buna rağmen oligosakkaritlerin soyada osmotik ishal meydana getirerek, TME değeri ve selüloz sindirimini düşürdükleri bilinmektedir (Coon ve ark., 1990).
Tripsin İnhibitörleri
Çoğu baklagil dane yemleri ile kimi buğdaygil dane yemlerinde bulunurlar. Tripsin İnhibitörleri peptid yapıda bileşikler olup, pankreatik enzimlerden tripsin ile inaktif kompleksler oluşturur. Oluşan bu kompleksler tripsin ve kemotripsin aktivitesini düşürür. Tripsinin bağırsakta inaktive edilmesi, kolesistokinin-pankreozim (CCK-PZ) in barsak mukozasındaki sekresyonunu artırır. Bu hormon pankreası zorlayarak daha fazla kemotripsin, amilaz ve elastaz salgılamasını sağlar. Pankreasın aşın derecede stimüle edilmesi ve daha fazla enzim salgılamaya zorlanması, kanatlılarda hipertrofik ve hiperplazik olarak aşın derecede büyümesine yol açar.
Yapılan çalışmalar civcivlere işlenmemiş ham soya küspesi verilmesiyle canlı ağırlığın gerilediği görülmüştür. Kimi bildirişlerde ise, tripsin inhibitörlerinin olumsuz etkisi artan pankreatik salgılara bağlı olarak oluşan endojen protein kayıplarına bağlanmaktadır. Dolayısıyla tripsin inhibitörlerinin ABF olarak ei.kileri, hayvanın sindirim kapasitesinin azalışından değil, sindirim enzimleri ve diğer endojen protein kayıpları ile ilişkilidir. Bu enzimlerin metiyonin gibi esansiyel amino asidleri bakımından zengin olduğu düşünülürse, canlı ağırlığın neden bu denli olumsuz yönde etkilendiği daha iyi anlaşılır.
Tripsin inhibitörlerini düşük düzeylerde içeren soya varyeteleri geliştirilmiştir. Ancak, protein yapısındaki bu ABF’nin enzimler (proteazlar) aracılığıyla dekompoze yoluna gidilmesi yeni bir yaklaşım şeklini oluşturmaktadır. En yaygın yöntem bu anti besleme faktörlerinin etkin bir ısıl işlemle tahribi yoluna gidilmesidir.
İşlenmemiş çiğ soyadaki bu olumsuz etkinin sadece %40'ı tripsin inhibitörlerinden kaynaklanmaktadır. Çünkü soyada lektinler (hamaglutinin), antijenik proteinler de benzer şekilde civciv performansına olumsuz yönde etkide bulunmaktadır.
LAHANA FAMİLYASINA GİREN BİTKİLER
Kolza ve kanola üretimi, yağ bitkisi olarak dünya yağlı tohum üretimi içerisinde 3. sırada yer almaktadır. Kolza küspesi veya kanola hayvanlara protein kaynağı olarak verilmekle beraber, toksik madde içermeleri nedeniyle ancak sınırlı düzeylerde verilebilmektedir.
Kolza yumurtacı yemlerinde %5 düzeyinde önerildiği halde, broiler yemlerinde % 15'e kadar kullanılabilmektedir. Kanola için kullanım düzeyi ise daha yüksektir.
Lahana, kıvırcık, şalgam, karnabahar, brüksel lahanası, hardal ve kolzada önde gelen toksik bileşikler goitrojenik glukozinatlardır (Ensminger ve Olentine,1978). Bu yemleri tüketen at, tavuk, domuz ve sığır gibi hayvan türlerinde büyümede depresyon, tiroid bezinde iyot alımında düşme ve tiroid bezinde büyüme, ve diğer vücut organlarında patolojik değişmeler meydana gelir. Bu bileşiklerin kendileri toksik olmadığı halde, enzimatik hidrolizleri sonucu oluşan depresyon ürünleri toksiktir. Bunlar tiyosiyanat iyonları, izo tiyosiyanatlar. nitritler, goitrin ve diğer oxazolidinethion'lardır (Shahidi ve ark.,1997). Bu bitkilerde glukozinolatlarla beraber tiokhihozidaz enzimi bulunur ki bununla hidrolizleri mümkün olabilmektedir. Hidroliz olayı bu bitkilerin çiğ olarak çiğnenmesi veya mekanik olarak kırılması sonucu oluşur. Glukozinolatlann bu goitrojenik degredasyon ürünleri tiroid bezinin iyot alımım baskı altına alarak tiroid bezinin tiroksin salgısına müdahale eder ve tiroid bezinde büyüme ve kimi metabolik bozukluklara yol açarla (AkibaveMatsumoto,1973).Uygun bir şekilde ısıl işlem uygulanması glukozinolatlann toksik etkisini minimum düzeye düşürür. Kolzanın ısıl işleme tabi tutulmasıyla mirosinaz(hidrolitik enzim) inaktif hale getirilerek, glukozinolatlann degrage olup toksik ürünlerine ayrılmasını önlemektedir.

Glükozinolatlar
Lahana, kıvırcık, şalgam, karnabahar, brüksel lahanası, hardal ve kolza gibi lahana familyasına giren bitkilerde önde gelen toksik bileşikler goitrojenik glukozinatlardır. Bu yemleri tüketen at, tavuk, domuz ve sığır gibi hayvan türlerinde büyümede depresyon, iyot alımında düşme ve tiroid bezinde büyüme, ve diğer vücut organlarında patolojik bozukluklar meydana gelir. Bu bileşiklerin kendileri toksik olmadığı halde, enzimatik hidrolizleri sonucu oluşan degredasyon ürünleri toksiktir. Bunlar tiyosiyanat iyonları, izotiyosiyanatlar, nitritler, ve goitrin gibi bileşiklerdir.
Bu bitkilerde glukozinolatların yanısıra tiyoglükosidaz (mirosinaz) bulunur ki, bu enzim aracılığıyla hidrolize olarak degeredasyonları mümkün olabilmektedir. Hidroliz olayı bu bitkilerin çiğ olarak çiğnenmesi veya mekanik olarak kırılması sonucu oluşur. Glukozinolatlarm bu goitrojenik degredasyon ürünleri tiroid bezinin iyot alımını baskı altına alarak tiroid bezinin tiroksin salgısına müdahale eder ve tiroid bezinde büyüme ve kimi metabolik bozukluklara yol açarlar. Uygun bir şekilde ısıl işlem uygulanması glukozinolatlann toksik etkisini minimum düzeye düşürür. Kolzanın ısıl işleme tabi tutulmasıyla mirosinaz inaktif hale getirilerek, glukozinolatlann degrade olup toksik ürünlerine ayrılmasını önlemektedir.
Kolza varyetelerindeki glükozinolat düzeyleri 100-200 µM/g gibi yüksek düzeylerden 30 µM/g a kadar düşmektedir.Kolza yumurtacı yemlerinde %5 düzeyinde önerildiği halde, broiler yemlerinde %8'e kadar kullanılabilmektedir. Damızlık yemlerinde ise kolza ya hiç kullanılmamalı, yada glükozinolat düzeyi sıfırlanmış kanola en çok %8'e kadar kullanılmalıdır.
KÖK VE YUMRULU YEMLER
Kasava (tapioka), patates ve tatlı patates gibi köklü ve yumrulu bitkiler gelişmekte olan ülkelerde giderek yaygınlaşmaktadır. Kuru madde esasına göre patatesin protein değeri buğday ve pirinç varyetelerinden daha yüksektir. Tatlı patates nişastası mısır nişastasından daha üstündür. Çünkü jelatinasyon sıcaklığı daha düşüktür ve protein kalitesi kazeine eşdeğerdir. Ancak, bu kök ve yumru bitkilerin kanatlı ve diğer çiftlik hayvanlarına verilmeden önce uygun bir şekilde işlenmesi gerekmektedir.
Kasavada bulunan siyanojenik glukozidler bu bitkinin diğer böcek ve zararlılara karşı geliştirdiği savunma mekanizmasının bir parçasıdır (Shahidi ve Wanasundava, 1997). Siyanojenik glukozidlerin toksik iki komponenti olan linamarin ve lotaustralin kasava bitkisinin kökündeki vakuollerinde bulunmaktadır. Hidrolitik enzimler (p-glükosidaz) bu bileşikleri hidrolize ederek, aseton, glukoz ve hidrosiyanik asit (HCN)'i koparıp yumru hücrelerine geçmesini sağlar. Toksisite bu bitkilerin parçalama, çiğneme ve mekanik öğütme gibi işlemler sonucu hücre bütünlüğü bozularak bu bileşiklerin açığa çıkmasıyla oluşur. Esas toksik bileşik HCN dir. 0-glukosidaz enzimi protein yapısında olup pişirme esnasında sıcaklığın etkisiyle tahrip olur. Tahrip olmaları halinde HCN'nin aktif hale geçmesini sağlayan reaksiyonları katalize edemezler. Dolayısıyla kasavanın toksisitesi bitkinin pişirilmesi veya ısıtılmasıyla önlenebilir. Bu glukozidler suda kolayca çözünebilen ve ısıyla
kolayca ayrışabilen bileşiklerdir. Bu şekilde açığa çıkan HCN ısıtma veya kaynama işlemiyle
uçurulabilir. Parçalanıp güneşte kurutulan kasava kökleri de, HCN uçması nedeniyle
hayvanlar için güvenli niteliktedir.
Patates bitkisiyle yumrularında da toksik olan gluko-alkaloidler bulunmaktadır. Patatesteki en önemli gluko-alkaloid bileşik solanin olup bitkideki düzeyi patatesin varyetesine ve bitkinin yaralanma, bakteriyel ve fungal saldırılara maruz kalma durumuna göre değişebilir (Friedman, 1997). Kanatlılarla çiftlik hayvanlarında, solanin toksisitesi nedeniyle çok ciddi gastrointestinal ve nörolojik bozukluklar rapor edilmiştir (Plhak ve Sporus, 1997). Belirli glikoalkaloidler kolinesteraz inhibitörü olarak etki etmektedir. Patates zehirlenmesiyle ortaya çıkan apati'de, şaşkınlık ve depresyonun sebebi budur. Patates ıslahında alkaloid kapsamı 20mg/100g taze patates dokusunu geçen varyeteler ıslah programlarından tamamen çıkarılmaktadır.
Tatlı patateste ise çok sayıda anti besleme faktörü bulunur. Bunlar furanoterpenoidler ve latex tipi bileşiklerdir. Amerikan tatlı patates varyetelerinde 7 farklı tripsin inhibitörü bulunmaktadır. Bu toksik maddeler ısıyla tahrip olmakta ve 75-85°C arasında ısıtmayla aktivitelerinin, %50 sini, 15 dakika kaynatmayla %90' ını, ve 130 °C' de 30 dakika kaynatmayla tamamını kaybederler. Toksik furanoterpenoidler tatlı patateslerin yara berelerinde, fungal ve bakteriyel saldırıya karşı savunma mekanizmasının gereği olarak akümüle olmaktadır. Hastalıklı ve stresli patateslerde çok sayıda toksin üremekle beraber, fusarium solani enfeksiyonuna karşı üretilen karaciğer ödemi toksini en tehlikeli ve lethal olanıdır. Sığırlarda bu akciğer ödemi toksini, 4-ipemeanor un 9 mg/kg vücut ağırlığı, üzerindeki dozda tüketilmesi 24 saat içerisinde tipik sığır zatürresi (bovine interstisial pneumania) nin ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Bu hayvanlar 2-3 gün içerisinde ölebilmektedir. Pişirme ve kaynatma bu toksinleri kısmen inaktif hale getirmekle beraber, hayvanlara kırılmamış, parçalanmamış ve enfekte olmamış olanların verilmesi gerekmektedir. Patateste enfekte ve hastalıklı dokuların bıçakla kesilmesi de toksinlerin eleminasyonuna yardımcı olmaktadır.
PAMUK TOHUMU
Pamuk tohumu küspesi yaygın bir ruminant yemi olmakla beraber dünyanın çeşitli ülkelerinde kanatlı yem maddesi olarak da giderek popülarite kazanmaktadır.. Pamuk bitkisinin tohum, yaprak, dal ve köklerinde polifenolik gossypol pigmentini salgılayan bezeler bulunmaktadır (Ensminger ve Olentine, 1978). Gossypol'ün pamuk bitkisini böcek saldırılarına karşı koruduğu sanılmaktadır. Gossypol pigmenti toksik olup, değerli bir protein kaynağı olan pamuk tohumu küspesinin genç ruminantlar ile tek • mideli rasyonlannda kullanımını sınırlamaktadır. Gossypol, kanatlılarla diğer ,tek • mideli, veya genç ruminant hayvanlarda, kardiyak, üreme, solunum sistemleriyle karaciğerde lezyonlar meydana getirebilmektedir. Yem tüketiminde ve yumurta veriminde azalma ve yumurta şansında renk bozukluğu oluştuğu rapor edilmiştir (Stephenson, 1973). Ergin ruminantlardaki rumen fermentasyonu ise bu toksik bileşiği inaktif hale getirmektedir. Onun için ergin ruminantlarda kullanımı herhangi bir risk taşımamaktadır..
Serbest gossypol toksik olduğu halde, bağlı formdaki gossypol değildir (Bernardi ve Goldblaff, 1980). Pamuk tohum küspesinin ısıl işleme tabi tutulmasının amacı serbest gossypol'ü bağlı hale getirmektir. Isıl işlem, gossypolün formil grubuyla, lisin ve argininin serbest amino grubunu veya sistein'in tiyol grubunu etkileştirerek bağlı forma getirmektedir.
Pamuk tohumunun protein olmayan komponentleri de ısıl işlemle serbest gossypolü bağlı hale getirebilir. Böylece oluşan konjüge bileşikler devam eden ısı nedeniyle moleküler farklılaşmaya ve sonunda çözünmez, sindirilemez polimerize ürünlere dönüşürler. Bu bağlanma olayı gossypol'ün toksisitesini giderirken pamuk tohumu küspesinin proteininin biyolojik değerini de düşürmektedir.

Gossypol
Pamuk bitkisinin tohum, yaprak, dal ve köklerinde bulunan polifenolik bir pigmenttir. Toksik bir bileşik olup, kalp, solunum, üreme sistemleriyle karaciğerde lezyonlara yol açar. Serbest gossypol toksik olduğu halde, bağlı formda olanı değildir. Pamuk tohumunun ısıl işleme tabi tutulması gossypol'ün bağlı forma geçirilmesi içindir. Bu esnada gossypol'ün formu grubu ile lisin ve arginin'in serbest amino grubu veya sistein'in tiyol grubu etkileşerek gossypol'ü bağlamaktadır. Böylece serbest gossypolün düzeyi % 0.04 altına düşmekte ve oluşan konjüge bileşikler çözünmez, sindirilemez, polimerize ürünlere dönüşür. Proteinler bağlanır, lisin ve arginin gibi amino asidlerin yarayışlığı düşer.
Tavuklarda yem tüketimi ve yumurta veriminde düşmeye ve yumurta sarısı'ında renk bozukluğuna neden olur. Yumurta akında da pembeleşme görülür.
Önlemler:
- Pamuk tohumu ısıl işleme tabi tutulurken aşın ısıdan kaçınmalıdır.
Gossypolü bağlamak için 2: l oranında yeme demir sülfat (Fe2SO4) katılır.

Yeme metal tuzlarının (demir sülfat) ilavesi gossypol'ün bu olumsuz etkisini giderebilir. Yeme gossypol ile orantılı olarak 2:1 veya 3:1 oranlarında demir katılması karaciğer gossypol düzeyini düşürmekte ve yumurta sarışındaki renk bozulduğu giderilerek, gossypol toksisitesinin önemli ölçüde önüne geçilebilmektedir.
TAHIL VE TAHIL ÜRÜNLERİNDEKİ NOP
Buğday, arpa, çavdar, yulaf ve tritikalede bulunan kimi nişasta olmayan polisakkaridler (NOP) özellikle kanatlılarda anti besleme özelliğine sahiptir. NOP olarak tahıllarda bulunan arabinoksilan, ksilan, p-glukan'lar muhtelif konfigürasyonda olan hücre duvarı polisakkaridleri olup kanatlıların sindirim sisteminde salgılanan enzimlerle parçalanamazlar.
NOP'in kanatlılardaki anti besleme etkileri muhtelif mekanizmalar sonucunda olmaktadır. NOP barsak içeriğinin viskozitesini yükseltmekte ve kanatlı performansım olumsuz yönde etkilemektedir. NOP'in viskozite etkileri dışında, gastrointestinal sistemin salgı düzenini bozmakta ve barsak mikroflorasını olumsuz yönde etkileyebilmektedir ( Locht, 1992 ). NOP'ler çözünür duruma geçtikleri zaman, büyük kompleks polimerize moleküller meydana getirerek barsak içeriği viskozitesini artırarak, barsak enzimlerinin aktivitesini yavaşlatmakta veya azaltmakta ve aynı zamanda sindirim olayı sonucu hidrolize olan besin maddeleriyle etkileşerek emilimlerini (özellikle yağ miselleri) önlemektedir (Classen, 1991). Tam olarak sindirilemeyen veya emilimleri engellenmiş olan besin madde partikülleri barsak alt segmentlerine (kolon) geçerek burada mikrobiyal fermentasyona maruz kalır. Dane yemlerde bulunan bu NOP'nin olumsuz etkileri yemlere uygun enzimler katılarak giderilebilir.
MİKOTOKSİNLER
Mikotoksinler hayvanlarda yem olarak kullanılan yem maddelerinde potansiyel olarak bulunabilirler. Olumsuz ve stresli iklim koşullarında yetişen veya elverişsiz koşullarda depolanan dane yemlerde hayvanlar için potent toksin veya karsinojen maddeler olan, toksik sekonder fungal rhetabolitleri içerirler (Price ve ark., 1993). Gıda ve yemlerde belirlenen belli başlı toksinler; aflatoksinler, patulin, ochratoksin, penicillic asit, trichothecene toksinleri ve zearalenon' dur.
Aflatoksinler, Aspergilhıs flcn-ıts ve A. parasitııcııs tarafından fungal gelişmeye elverişli tüm koşullar altında üretilirler, ilk aflatoksin vakası, İngiltere'de 1960 ve 1961 yıllarında binlerce hindi palazı, civciv ve ördek yavrusunun ölmesi sonucunda , Brezilya'dan gemiyle gönderilen yerfıstığı küspesinin Aspergilhıs flavııs ile kontaminasyonu ile oluştuğu belirlenmiştir (Mc Donald, 1995). Bu fungal metabolitlerin aflatoksinlerden BI, 83, Gı ve G; nin karışımları olduğu, ultraviyole, irradiasyonunda mavi ve yeşil floresanstan, anlaşılmıştır. Bunlar içerisinde aflatoksin B ı en toksik ve hepatokarsinojenik olanıdır.
Fuminosinler Fusarium alt türlerinin metabolitleri olup mısır partiküllerini çoğunlukla kontamine ederler. 1991 yılında ABD Veteriner Hastalıkları Merkezi (CVM) kabuklu mısırın %13' ünde ve öğütülmüş mısır kırıntıları örneklerinin % 100'ünde Fuminosin belirlemişlerdir. Vomitoksin olarak bilinen deoksinivakenol ise, buğday ve arpayı kontamine eden Fusarium tarafından üretilen bir trichothecene toksinidir. Bu toksin domuzlarda kusma, kaz ve ördek osefagus ile taşlıklarında nekrozlara ve sığırlarda ise barsaktaki lezyonlar nedeniyle ölümlere yol açabilirler (Hathcock ve Rader, 1994). Benzer bir CVM anketi ABD'de 1991 yılında, kışlık buğdayın %58.2'si ile bahar buğdaylarının bu toksin ile kontamine olduğunu göstermiştir.
Çavdar ve brom orunda gelişen çavdar mahmuzu (claviceps purpurea) düşük dozlarda bile uzun süreli olarak alındığında sindirim bozuklukları, yavru atma, paraliz, topuk, kulak ve kuyruk ile ayak ve bacaklarda kangrenli yaralara yol açar.
Zearalanone da, küflü mısırda rastlanmakta ve domuzlarda üreme sisteminde kontaminasyonlara yol açmaktadır.
Mikotoksinlerin, yem maddelerinin besin değerini düşürmeden kontrolünü sağlayan, maliyeti düşük detoksifiye metodlan henüz bulunamamıştır (Ramos ve ark., 1996). En iyi yöntem mikotoksinlerin gelişimini, kontaminasyonunu ve çoğalmasını önlemek için dane yemi iyi bir şekilde kurutarak elverişli koşullarda depolamaktır. Yem maddelerinin depolandığı yerde nem oranlarının kontrolü, yem fabrikalarında sanitasyon kurallarına uyulması, tank ve diğer depolama yerlerinin terleme yoluyla nem oranını artırabileceği hususlarının göz önüne alınması gerekmektedir. 7 °C sıcaklıkta dane tahılda nem oranı %18'i ve yerfıstığı danelerinde de %8-9'u bulduğunda fungus gelişimi maksimum düzeye ulaşır. Şüpheli yem materyalinde belirli mikotoksinlerin analizi rutin olarak yapılmalıdır.
Mikotoksinlerle kontamine olmuş yem materyalinde yapılabilecek bazı iyileştirme işlemleri bulunmaktadır. Bunlar şu şekilde özetlenebilir:
1) Kontamine olmuş hintyağı küspesinin amonyak veya amonyum hidroksitle
muamelesiyle kolayca detoksifiye olduğu bidirilmiştir (Grane ve ark., 1973).
2) Kontamine olmuş yem maddelerine bentonit, zeolit, sodyum kalsiyum
aluminosilikatlann ilavesiyle, besleme değeri olmayan bu adsorbanlar
mikotoksinleri kendine bağlayarak ayırmakta ve bunların emilimini
engellemektedir. Böylece mikotoksinlerin bu toksik etkileri adsorbanlann
kullanımıyla önlenebilir (Ramos ve ark., 1996).
3) Kontamine mısırın tavuk gübresi içerisine gömülmesiyle aflatoksin düzeyi 433
ppb'den 54 ppb'ye, ve diğer bir çalışmaya göre ise, 402 ppb'den 8 ppb'ye
düşürülmüştür (Jones ve ark., 1996). Detoksifikasyon olayının mikroorganizma
faaliyeti ve dışkının fermentasyonu ile çıkan amonyak aracılığı ile sağlandığı
sanılmaktadır.
TANENLER
Tanenler polifenolik bileşikler olup, kolza, bakla ve sorgumda bulunurlar. Bu bileşikler, yem maddelerindeki esansiyel mineraller, proteinler ve karbonhidratlarla kompleks bileşikler meydana getirerek besleme değerini düşürürler (Nazk ve Shahidi, 1997). Tanen içeriğine bağlı olarak büyümede depresyon görülür. Kolza veya kanola küspelerinde bulunan tanen, küspelerdeki demir ile kuvvetli bir demir-fenol kompleksi oluşturarak demirin
absorbsiyonunu önemli derecede düşürür. Tanenler, aynca tripsin ile a-amilazların sindirimdeki aktivitesini, substratlarla kompleks teşkil ederek önlerler veya onlara bağlanarak protein ve nişasta sindiriminin aksamasına yol açarlar. Tanenler vitamin BU ile de kompleks oluşturarak emilimini önlerler.

SAPONİNLER
Saponinler baklagiller ile fasulye ve kimi baharat tohumlarındaki şekerlere bağlanan steroidal ve triterpen gruplandır. Bu bitkilerde doğal olarak sentezlenerek, fungal, bakteriyel ve böcek saldırılarına karşı koydukları sanılmaktadır. Saponinlerin sindirim ve metabolizmada rol alan enzimleri inhibe ederek ve Zn ile çözünmez formda kompleks meydana getirerek sindirimi olumsuz yönde etkiledikleri bilinmektedir. Tek mideli hayvanların rasyonlarına giren yoncanın sınırlanmasına neden olurlar. Yoncanın civciv yemlerine %20 oranında dahil edilmesiyle yemdeki saponin düzeyi %0.3'e ulaştığından büyümede depresyon olmuştur (Birk ve Peri, 1980). Diğer taraftan yonca saponini insanlardaki safra tuzlarıyla kompleks oluşturup serum kolesterol düzeyini düşürdüğünden faydalı bulunmuştur.
AMİNO NİTRİLLER VE LATİROJENLER
Tatlı bezelye, nohut ve diğer burçaklar (Lathyrus cicef) insan, sığır ve atlarda lathyrizm'in onaya çıkmasına yol açan nörotoksinleri içerirler (Ensminger ve Olentine, 1978). Bu hastalığın semptomları, cinsel olgunlaşmada gecikme, paraliz ve bazı vücut organlarında meydana gelen lezyonlardır (Mc Donald ve ark., 1995). Deney hayvanlarının yenileriyle /-. odoratus oluşmasının bu hayvanlardaki kemik ve konnektif doku gelişiminde kimi bozukluklara yol açtığı görülmüştür (Hatchcock ve ark., 1994). Latirojenler konnektif dokudaki kollagen fibrillerinin çapraz bağlarıyla etkileşerek bu bozukluğu meydana getirmektedir. Hindilere yüksek oranda bezelye verilmesiyle aort'larında çatlama vakalarının arttığı görülmüştür. Bu yemlerin sıcak suda bekletilmesiyle nörotoksinlerin yaklaşık olarak tamamı uzaklaştırabilmektedir. Benzer şekilde, bu tür nörotoksinleri içeren dane yemlerin 150 °C'de 20 dakika süreyle kavrulması %85'inin yok olmasına neden olmaktadır (Padmanaban, 1980).
HAYVANSAL YEMLER VE DENİZ ÜRÜNLERİYLE İLGİLİ ANTİ BESLEME FAKTÖRLERİ
Hayvansal yemler, kanatlı ve diğer çiftlik hayvanları için bilinen çok değerli protein ve mineral kaynaklandır. Ancak bu değerli ürünlerin besin değeri, bakteriyel degredasyon ve bakteriyel toksik metabolitlerin üretimi sonucunda tartışmalı hale gelmektedir. Karkas etleri veya yan ürünlerindeki dekompozisyon materyalin rendering veya diğer koruma işlemleriyle stabilize edilişine kadar devam eder. Endojen enzimler ve bakteriyel aktiviteyle başlatılan bu bozuşma işlemiyle proteinler ve yapılarındaki amino asidler hidrolize olur. Proteinlerin amino asidlerine parçalanmaları sırasında, biyogenik aminler oluşur ve amonyak oluşumuna neden olan mikrobiyal dekarboksilasyon ve deaminasyon olayları meydana gelir (Edvvards ve ark., 1985). Biyogenik aminler ile amonyağın her ikisi de toksik olup, hayvan yemlerinde bulunmaları sakıncalıdır (Urlings ve ark., 1992 ).
Çoğu çiftlik hayvanı yemle alınan normal düzeylerdeki biyogenik aminleri metabolize eder, ama yüksek düzeylerde alınan biyogenik aminler toksiktir (Santos, 1996). Biyogenik aminler iki kategoride toplanabilir; psikoaktif aminler merkezi sinir sisteminde nörotransmiter olarak rol alırken, vasoaktif aminler ise vasküler sistem üzerinde^ doğrudan veya dolaylı olarak etki yaparlar (Rice ve ark., 1976, Lovenberg, 1973). Tiramin, fenilamin ve triptamin, dokularda depolanmış norepineprin hormonunu salarak kan basıncını dolaylı olarak artırırlar.
Histamin ise, potent bir kapillar dilatör olup, damarların açılmasına ve kan basıncının düşmesine ve hipotansiyona neden olur. Histamin'in ağızdan alınması ile civcivlerde, büyümede depresyon, zayıf tüylenme, artan ölüm oranı, taşlıklarda lezyonlar, dokularda ödem ve dalakta atrofi meydana gelir (Sander ve ark., 1996). Deniz hayvanları ve balık türleri deniz hayvanlarından daha yüksek oranda histamin içerdiklerinden, özellikle balık unundaki histamin oranı artmaktadır. Histamin yemlerde ve gıdalarda belirlenen en toksik amindir. Ama tek başına toksik olmayıp putrecine ve cadaverine, histamin toksisitesini sindirim enzimlerini inhibe ederek arttırırlar. Çünkü histamin tek başına sindirim enzimleriyle (diamin oksidaz ve -N- metiltransferaz) dekompoze olur. Ancak histaminin yüksek oranlarda üretildiği koşullarda putrescine ve cadaverine de ürediği için, histaminin yüksek oranda görüldüğü ürünlerde diğerlerinin de varlığını hesaba katarak ürünün düşük kalitede olduğu yargısına varılabilir.
Histamin ve diğer biyogenik aminler sıcağa karşı stabil olup, pişirme işlemiyle aktivitelerini kaybetmezler (Luten ve ark., 1992; Santos, 1996). Onun içindir ki, hayvansal ürünlerden elde edilen yemlerdeki toksisitenin önlenmesi, ham materyalde biyogenik aminlerin oluşumunu engelleyen önlemlerin alınmasına bağlıdır.

Prof.Dr.Nizamettin ŞENKÖYLÜ