PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Selim Çetiner


GencMühendis
07.02.2010, 13:12
“Ziraat mühendislerine veda mühendisliği” başlıklı yazımın mürekkebi kurumadan, Tarım Eğitiminin başlamasının 164. yıl dönümü münasebetiyle Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde yapılacak kutlamaya davet edilen konuşmacıyı duyunca, bunu yazmadan olmaz dedim…

Önce kısa bir hatırlatma:

İlk ziraat eğitimi 1846’daİstanbul Ayamama Çiftliği’nde başlamış ve 1891’de Halkalı Yüksek Ziraat Mektebiyle devam etmişse de modern anlamda ziraat mühendisliği eğitimi, 1933’te Dr. Reşit Galip önderliğinde yapılan köklü üniversite reformuna paralel olarak Yüksek Ziraat Enstitüsü’yle başlamıştır. Cumhuriyet’in 10. yılında kurulan ve 30 Ekim 1933’te Atatürk tarafından açılan Yüksek Ziraat Enstitüsü Türk tarımını modernleştirmek (yani karasabandan kurtarmak), tarımın sorunlarını bilimsel açıdan görmek ve çözüm üretmek, Türk tarımına ve çiftçisine hizmet edecek Ziraat Mühendisleri yetiştirmek ve araştırma yapmak amacıyla kurulmuştur.

Cumhuriyetin ilk yıllarındaki tüm imkânsızlıklara rağmen Nazi’lerden kaçan Alman bilim insanları Yüksek Ziraat Enstitüsü’nde istihdam edilmiş, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde kurulan Tarımsal Araştırma Enstitülerinde çalışacak ziraatçılar yetiştirilmiş, Türk tarımını ve çiftçisini karasabandan kurtaracak teknikler uygulamaya konulmuştur.

Kim ne derse desin, bu girişim Türkiye’nin kalkınmasında ve köylülükten tamamıyla bile değilse de önemli ölçüde kurtulmasında büyük katkılarda bulunmuştur. Köy Enstitülerinin uzun ömürlü olamaması, gerçek anlamda bir Toprak Reformunun hayata geçirilememiş olması, kırsal kesimdeki dönüşümü mutlak surette engellemiştir. Cumhuriyet tarihimizin bu yılları Asım Karaömerlioğlu tarafından “Orada Bir Köy Var Uzakta” isimli çalışmasında enine boyuna tartışılmıştır.

Ancak o günlerdeki köylü yaşamının ne şekilde olduğunu bilmeyenler, “bir çift öküzle çiftçiliğin” meziyetlerinden bahsedebiliriler. Okumadan âlim, yazmadan kâtip olmayı beceren bu kişilerin Mahmut Makal’ın “Bizim Köy” ve Yakup Kadri’nin “Yaban” adlı eserlerini okumaları gerekir.

Tekrar konumuza dönecek olursak. Yakın geçmişe kadar, en iyi Ziraat Fakültelerimiz arasında sayılan Çukurova Ziraat Fakültesi’ndeki 10 Ocak kutlamalarının onur konuğunun daha iki ay önce gazetelerde çıkan mülakatında çiftçilik ve beslenme ile ilgili verdiği iki yanıtı okuyunuz lütfen:

“Sağlığımızı korumak için sizce nasıl birtarım politikası izlemeliyiz? İnsan sağlığı açısından en verimli tarım küçük çiftçi. Kimyasal madde kullanmayan küçük çiftçi. Yani bir çift öküz ile sürülebilen arazide yapılan tarım sağlıklı tarımdır. Çiftçilik bir çift öküzile yapılan işin adıdır. Traktörle tarıma geçince belki Türkiye'de üretilen Ispanak miktarını arttırdık. Ama Ispanağın vitaminini öldürdük. Yani bizim ihtiyacımız olan küçük çiftçiliktir. Endüstriyel tarım değildir.

Bazı hekimler de tereyağının kalp hastası yaptığını söylüyor. Buna ne diyorsunuz? Şimdi bugünkü üretim modeliyle hayvana suni yem verirseniz, o hayvanın verdiği sütten elde edeceğiniz tereyağının, margarinden farkı olmaz. Ama sizin dedenizin yediği tereyağı ilaçtı. Merada otlayarak beslenen hayvanın iç yağı da ilaç gibidir. Ama biz hayvanı ahırabağlar, bize dayatılan fenni yemler ile beslersek, iç yağının asit yapısı değişir ve insanı hasta yapar. İnek bize diyor ki: "Sen beni ahıra tıkarsan ben de senin çanına ot tıkarım." Mesela inekler zehirli ot olan sütlegeni yemezler.”

Dahası var, kerameti kendinden menkul bu uzman şahıs, yukarıdaki incilerine ek olarak geçtiğimiz yazdan beri çıktığı televizyon programlarında, hibrit tohumların kısır olduğunu, toprağı verimsizleştirdiğini vs defalarca söylemiş ancak meslektaşlarımızdan herhangi bir tepki almamıştır. Tepki almadığı gibi Ziraat Mühendisliği eğitiminin bu önemli gününde onur konuğu bile oldu.

Geçtiğimiz Ekim ayında Tarım Bakanlığı Müsteşarımız Türkçe Le Monde Diplomatique’e verdiği uzun demeçte Ziraat Fakültelerine atıfta bulunarak “Bunlar sürekli hoca talebi oluşturuyor. Hocalar da rahat rahat profesör oluyor, doçent oluyor. Ama benim çocuğum, ehil olmayan, oraya hakkıyla gelmeyen, araştırma sonuçları hiç bir şey ifade etmeyen hocaların elinde yetişiyor.” dediğinde, Ziraat Fakültelerini yerin dibine batırdığında bizim Fakültelerden yine tek bir ses çıkmadı.

Ancak, Sayın Tarım Bakanımızın önceki yıl yaptığı "Türkiye’de yeterli miktarda tarımla ilgili bir entellektüel birikim yok. Tarım ile ilgili konuşan çok ama politika yapan yok. Entelektüel birikim ve derinlikten yoksun bir sektörle karşı karşıyayız." saptaması kendini aydın olarak niteleyen bazı meslektaşlarımız tarafından yadırganmıştı.

Ama bir düşününüz lütfen; mesleğinize hakaret edercesine “bir çift öküzle çiftçilik yapmayı” öneren bir şahsı onur konuğu etmek midir aydın olmak? Yoksa ideolojik saplantılarınızı ve kişisel tercih ve hesaplarınızı bir yana bırakarak mesleğinizin daha ileri seviyelere taşınması için gereken bilgi ve teknikleri benimsemek mi?

Bu teknoloji karşıtlarının söylediklerine her baktığımızda görüyoruz ki: 1) bu arkadaşlar ya tarımdan ve çiftçilikten hiç anlamıyorlar, ya da 2) kendi ideolojik görüşlerini ve pozisyonlarını korumak için bilinçli olarak tarımın bir dizi asıl sorununu görmezden geliyorlar. Sadece Türkiye’de değil uluslararası platformlarda da bu kerameti kendinden menkul uzmanlar, gerçekleri çarpıtmaktan da, dahası haklarını savunduklarını iddia ettikleri insanların vahim duruma düşmelerinden de asla rahatsız olmuyorlar.

Küreselleşen dünya düzeninde tarımın rekabetçi bir yapıya kavuşması daha çok araştırma ve geliştirme çalışmalarının yanında memleket gerçeklerini göz önünde bulunduran tarım politikalarını da gerektirmektedir. Bunun için de başta Ziraat Fakültelerinde görevli öğretim üyeleri olmak üzere tüm meslektaşlarımızın silkinerek kendilerine gelmeleri gerekmektedir. Teknolojiyle barışık olmayan ziraat mühendisleri yetiştiren bir Fakültenin ne yeni teknoloji geliştirmesi ne de ülke tarımının kalkınmasına yardımcı olması beklenemez.

Geçen yıl sizlerle paylaştığım “Mesele o mesele, kendisi eski ama her demtaze mesele: bizde tarım eğitimi” başlıklı yazıdan da hatırlayabileceğiniz üzere, tarım eğitiminin sorunları 100 yılı aşkın süredir tartışılmaktadır. Ama şimdiye kadar “bir çift öküzle çiftçilik yapmayı” öneren bir şahsı 10 Ocak’ta konuşmaya davet etmek gibi bir aymazlık da her halde hiç yaşanmamıştı!

Geçen 10 Ocakta yazdığım yazıyı “Atatürk döneminde,1933 Üniversite reformunun öncülüğünü yapan Dr. Reşit Galip’i ve Prof. Hatipoğlu’nu rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Genelde üniversitelerimizin özelde tarım öğretiminin içinde bulunduğu bugünkü vahim durumun sorumluları şimdiye kadar profesör oldular, bölüm başkanı oldular, dekan oldular, rektör oldular; ancak, yaptıklarından ya da yapmaları gerektiği halde yapmadıklarından hiç ama hiç mahcup olmadılar. Bundan 70 yıl sonra onları rahmetle anacak birisi çıkarmı dersiniz?” diye bitirmiştim.

Buyazıyı ise nasıl bitireceğimi bilemiyorum. Takdir sizlerin…