PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Lavanta bitkisi


dr. ahmet
20.10.2020, 16:13
Lavanta yağının en önemli uçucu yağ bileşenleri linalilasetat, linalol, sineol ve kafur olup, özellikle linalilasetat, lavanta yağının kalitesini belirleyen en önemli bileşeni olmakta ve lavanta, yarı çalımsı formda çok yıllık bir bitkidir. Yaşlandıkça alttan üste doğru odunlaşmaya başlayan, ortalama 50 cm, en fazla 1 m'ye kadar boylanan çok sayıda dalları olan bir süs ve tıbbi aromatik bitkisidir. Bordür ve göbeklerde dikkati çekmek için son dönemlerde yaygın olarak kullanılmaktadır. Dallar üzerinde karşılıklı olarak 2-6 cm uzunlukta, çok kısa saplı, grimsi yeşil renkte yapraklar bulunur. Çiçekler, başak şeklindeki 15-20 cm uzunluğundaki sapların ucunda toplanmıştır. Her bir başakta ortalama 5 çiçek kümesi ve her kümede de 5-15 adet çiçek bulunur. Mavi renkli ve hoş kokulu olan lavanta çiçekleri özellikle bal arıları için son derece cezp edicidir (Ceylan, 1996). Çoğu Akdeniz orjinli olan 39 kadar lavanta türü (Lavandula sp.) bulunmaktadır. Dünyada ticari değeri yüksek olan üç önemli lavanta türü vardır. Bunlar, lavanta veya lavander(Lavandula angustifolia Mill. = L. officinalis L. = L. vera DC),lavandin (Lavandula intermedia Emeric ex Loisel. = L. hybrida L.) ve Spike lavander (Lavandula spica = L. latifolia Medik.)’dir. İngiliz lavantası olarak adlandırılan lavander çeşitlerinin uçucu yağ kalitesi, melez lavanta olarak adlandırılan lavandin çeşitlerinin ise uçucu yağ verimi daha yüksektir (Beetham ve Entwistle, 1982). Bu üç önemli tür dışında L. dentata (Fransız lavantası), L. stoechas L. (Ispanya lavantası), L. latifolia Medik (Geniş yapraklı lavanta), L. multifida (Eğreltiotu yapraklı lavanta), L. canariensis (Kanarya adaları lavantası), L. lanata (Yünlü lavanta), L. heterophylla ve L.xallardii (L. dentata x L. latifoliaMedik.) gibi daha çok süs bitkisi, kesme çiçek ve potpori olarak yetiştirilen türler de vardır (Tucker, 1985). Lavanta, içerdiği yüksek oranda ve yüksek kalitede uçucu yağ nedeniyle, dünyada kültürü yapılan önemli bir parfüm, kozmetik ve ilaç bitkisidir. Bunun yanı sıra çalı formundaki güzel bitkisel deseni ve hoş kokusu ile önemli bir süs bitkisidir. Lavanta bitkisinde diğer aromatik bitkilerde olduğu gibi üretimi ve çoğaltılması generatif ve vejetatif olarak başlıca iki yolla gerçekleştirilir. Bazı lavanta türleri sadece generatif olarak tohumlarıyla, bazı türleri ise vejetatif olarak sürgün çelikleri ile bazı lavanta tür ve çeşitleri ise her iki yolla daha kolay ve hızlı bir şekilde çoğaltılabilmektedir. Örneğin diploid (2n) ve tetraploid (4x) olan lavander (L. angustifolia = L. officinalis = L. vera) ve spikelavander (L. spica) çeşitleri hem generatif hem de vejetatif olarak çoğaltılabilirken, L. angustifolia ve L. latifolia melezi olarak triploid olan (3x) lavandin (L. x intermedia = L. hybrida) çeşitleri kısır olduklarından tohum üretemezler ve bu nedenle vejetatif (klonal) olarak çoğaltılabilmektedir (Baydar, 2010). Son yıllarda doku kültürleri ile özellikle tıbbi ve aromatik bitkilerin mikroçoğaltım teknikleri konusunda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Mikroçoğaltımın, hastalık ve zararlılardan arındırılmış tek örnek (homojen) bitkisel materyal elde edilmesi, klasik yöntemlerle zor üretilen türlerin daha kolay üretimi, seçilen üstün genotiplerin hızlı üretimi, geniş alanlara ve iş gücüne ihtiyaç duyulmaksızın ve mevsime bağlı kalmaksızın her dönemde üretime imkan tanıması gibi pek çok avantajları vardır (Bajaj ve ark., 1988).
Bitkilerin değişik gövde ve dal parçaları, meristematik dokuları, kökleri, yaprakları yada özelleşmiş veya değişikliğe uğramış gövde ve kök parçaları kullanılarak yapılan çoğaltmaya vegetatif çoğaltma denir (Ağaoğlu ve ark., 2001). Bir bitkiden kesilen köksüz dal, yaprak, göz, gövde ve kök parçalarına çelik denir. Bunların uygun çevre koşullarında köklendirilmesi ile yeni bitkilerin elde edilmesi işlemine de çelikle çoğaltma denir (Yılmaz, 1992). Çelikler genellikle yeşil çelik, odun çeliği veya kök çeliği olarak kullanılmaktadır. Odun çelikleri ile üretilemeyen türlerin ve anaçlarının yeşil çelikleri hormon ile muamele edilerek, rutubeti ayarlı seralarda, sisleme altında köklendirilir. Vejetatif yollarla üretilen yeni bitkiler, bitki kısmının alındığı ana bitkiye kalıtsal niteliklerle tıpatıp benzer bir bitkidir (Ürgenç, 1982). Çelikle çoğaltımda bazı lavanta türlerinin köklenme kabiliyeti düşüktür (Segura ve Calvo, 1991). Ayrıca çok sayıda fide elde etmek için uygun çelik elde edilmesinde zorluklarla karşılaşılması ve çeliklerin alınacağı büyük bir anaç bahçesine ihtiyaç duyulmaktadır.Çelikle üretimde yeterli miktarda oksin hormonu kullanılması, çeliklerin tabanına karbonhidratların taşınımını artırması ve adventif kök oluşumunu teşvik etmesi nedeniyle birçok türün çelikle köklendirilmesinde anahtar bir rol oynar (Hartmann ve ark., 1997). Özbek ve ark., (1961)’e göre, bitki büyümesini düzenleyici maddeleri çeliklere muamele etmenin amacı, çeliklerde kök oluşumunu sağlamak, köklenmeyi çabuklaştırmak ve çelik başına düşen kök sayısını arttırmaktır. Köklendirmede en yaygın kullanılan büyüme düzenleyici madde, oksin grubundan indolbütrik asit (IBA)’dır. IBA oksini yıkan enzim sistemleri tarafından yavaş parçalanmaktadır. Genelde bitki büyüme düzenleyicilerinin kullanımının (özellikle IBA) köklenme oranlarını önemli ölçüde arttırdığı bildirilmiştir (Güneş, 1997). Tohumla üretimde ise genellikle gelişme yavaş olmakta, tohum çimlenme sorunları oluşabilmekte ve yabancı tozlaşma nedeniyle hem morfolojik olarak hem de uçucu yağ kompozisyonu gibi karakteristik özellikler bakımından da büyük varyasyonlar oluşmaktadır (Nogueira ve Romano, 2002).
Boyadzhieva ve ark., (1977) lavandinin, L. angustifolia x L. latifolia melezi olup, triploid genomlu ve steril olması sebebiyle tohum üretemediğinden tamamen vejetatif olarak çoğaltılabildiğini ve bir yaşındaki yıllık sürgünlerden alınan 10 cm uzunluğundaki çeliklerin en iyi köklenen çelikler olduğunu gözlemlemişlerdir.
Kara ve ark. (2011) farklı çelik alma dönemleri (Mart, Haziran, Eylül) ile IBA dozlarının (kontrol-0, 1000, 2000, 3000 ve 4000 ppm) biberiye (Rosemary officinalis), çördükotu (Hyssopus officinalis) ve adaçayı (Salvia officinalis) çeliklerinin köklenmesine etkisini belirlemek amacıyla yürüttükleri araştırmada, çelik alma dönemleri ve IBA dozlarının etkisinin istatistiksel olarak önemli olduğunu, biberiye, çördükotu ve adaçayında en yüksek köklenme oranını (sırasıyla % 85.0, 82.3 ve 81.0), kök sayısını (sırasıyla 28.8, 21.6 ve 10.6 adet/bitki) ve kök uzunluğunu (7.1, 6.1 ve 5.1 cm) Mart döneminde 4000ppm IBA dozunda saptamışlardır.
Biyoteknoloji kavramı içerisinde ele alınan in vitro teknikler, bitkilerde çoğaltım ve ıslah başta olmak üzere birçok konuda klasik yöntemlerle çözümü güç ya da olanaksız olan sorunlara karşı bazen tek başına ve bazen de klasik yöntemler ile birlikte kullanılan tekniklerdir. Bu teknikler ile bitki genotipleri kontrollü koşullarda yoğun ve çok hızlı bir şekilde klonal olarak çoğaltılabilmekte, virüslerden arındırılabilmekte, gen kaynakları dar alanlarda uzun süreli muhafaza edilebilmekte, somatik embriyolar, homozigot hatlar, sekonder metabolitler üretilebilmekte, somaklonal varyasyonlar ve mutasyonlar ile genetik varyasyonlar yaratılabilmekte, stres koşullarına karşı genotiplerin dirençleri test edilebilmekte, temel fizyolojik ve biyolojik olayların seyri kontrollü olarak izlenebilmektedir (Babaoğlu ve ark., 2001).
Quazi (1980) tüm bitkilerde olduğu gibi lavantada anaç bitkilerin sınırlı veya yetersiz olduğu durumlarda ve bazı değerli çeşitlerin zayıf köklenme yeteneği olduğundan, fide ihtiyacını karşılamak üzere in vitro koşullarda mikroçoğaltıma ihtiyaç duyulduğunu, doku kültürü tekniklerinden faydalanarak in vitro mikroçoğaltım yoluyla sağlıklı çok sayıda lavanta fidesi üretimi yapılabildiğini bildirmiştir.
Sanchez-Gras ve ark., (1996) L. latifolia bitkisinin koltukaltı tomurcuklarını, BA’ya NAA yadakinetin eklenmiş iki farklı makrobesin elementli kombinasyonlar içeren ortamda kültüre almışlardır. % 20 Hindistan cevizi sütü, 0.57 µM IAA ve 8.88 µM BA içeren ortamda alt kültüre almışlardır. En iyi sonuçların, sürgün ortamı için 5 µM BA içeren, köklenme için ise makrobesin elementli yarı katı MS ortamında ortaya çıktığını kaydetmişlerdir.
Jordan ve ark. (1998) L. dentata bitkisinin boğum parçalarını BA, kinetin ve NAA içeren ortamlarda kültüre almışlardır. En yüksek oranda 5.0 µM BA veya 20 µM kinetin ortamında oluşan sürgünleri 8.8 µM BA ve % 15 Hindistan cevizi sütü içeren ortama transfer etmişlerdir. Alt kültür boyunca çoğalma frekansının önemli derecede başlangıç kültür ortamındaki sitokinin konsantrasyonundan etkilendiğini gözlemlemişlerdir. Sürgünleri makrobesin elementli hormonsuz MS ortamında kolaylıkla köklendirmişler ve başarıyla toprağa aktarmışlardır.
Sudria ve ark. (1999) 5 mm uzunluğundaki L. dentata sürgün uçlarını eksplant olarak kullanmışlar, 0.1 mg/L BA ve IBA ihtiva eden besin ortamlarında başarılı bir şekilde mikroçoğaltım yapılabildiğini tespit etmişlerdir.
Rady ve Saker (2000) L. angustifolia’nın sürgün ucu eksplantlarını kullanarak in vitro’da en iyi sürgün gelişiminin 4.5 µM BA ve farklı konsantrasyonlarda NAA içeren ortamlarda ve en yüksek köklenme oranının (% 94.1) 9.85 µM IBA ortamında olduğunu gözlemlemişlerdir. Köklenen bitkilerden % 80 sağlıklı bitkiler elde ettiklerini belirtmişlerdir.
Orhan (2007) L. stoechas’da in vitro kök oluşumu için IBA’nın farklı konsantrasyonları (0.1, 1.0 ve 2.0 mg/L) ile 1 mg/L NAA içeren MS ortamlarının kullanıldığı ön denemelerde kök sayısı bakımından en iyi ortamların NAA ortamı ile 0.1 mg/L IBA içeren MS ortamı olduğunu tespit etmiştir.
Tran Van Minh ve ark. (2017) L. angustifolia’da in vitro mikroçoğaltımı üzerine yaptığı araştırmada, lavanta tohumları, 10 dakika içinde %75’lik Javel konsantrasyonunda en iyi şekilde dezenfekte edilmiştir. Bitki büyümesi için uygun ortam WPM’dir. 0.1 mg/L BA, 30 g/L sükroz ile desteklenmiş WPM tomurcuk oluşturma işlemi için uygundur. 0.5 mg/L IAA konsantrasyonu, in vitro kültürde köklendirme işlemi için uygundur. Lavanta gövdesi aktif karbon 1.0 g/L konsantrasyonda ortam içerisine eklendiğinde güçlü, koyu yeşil, kalın yapraklı ve sağlıklı köklüdür.
Lavantada doku kültürü üzerinde mikroçoğaltım yapıldığına dair çok az rapor bulunmaktadır. Mikroçoğaltım çalışmaları hakkında mevcut araştırmalar, mikroçoğaltım için uygun eksplantları ve ortamları tanımlamak için yapılmıştır. Ancak, bizim yapacağımız çalışmayla mikroçoğaltım için uygun eksplant ve ortamları tanımlamanın yanı sıra, doku kültürüne tepki açısından genotipler arası farklılıklar var mıdır? Sorusuna cevap bulunacaktır. Doku kültürüyle çoğaltım yapabilmek için belirli bir genotip seçme zorunluluğumuz var mıdır? Sorusunun cevabı ortaya konulacaktır. Geniş bir varyasyona sahip bir populasyondan, doku kültürü tekniklerinden faydalanılarak olgun lavanta bitkilerinden in vitro mikroçoğaltım yoluyla sağlıklı çok sayıda fidan üretimi gerçekleştirilecektir. Kullanılan genotipler yenidir, bize aittir ve çeşit adaylarıdır. Ülkemizde yerli lavanta çeşitleri henüz tescil edilmemiştir. Bu nedenle sunulan bu tez çalışmasının özgün değeri yüksektir.

Mitrofanova ve ark. (2017) Lavandula angustifolia Mill. (LavandulaxintermediaEmericexLoisel), tıbbi, aromatik ve süs özellikleri olan önemli kokulu bitkilerdir. 'Belyanka', 'Record' (lavanta) ve 'Rabat', 'Snezhnyi Bars' (lavandin) gibi önemli çeşitler tohumla çoğaltılamadığı için hastalık ve virüsten ari bir ortamda çoğaltmak amacıyla in vitro ortamda çoğaltılması hedeflenmiştir. Eksplantların sterilizasyon işlemi yapıldıktan sonra 0.3 mg L-Kinetin, 0.025 mg L-NAA ve 0. 25 mg L-GA3 ile hazırlanmış olan MS ortamında kültüre alınmıştır. Kültüre alınan eksplantlar 16 saatlik fotoperiyot altında 25 ± 1 ° C' de iklim kabinine alınmıştır. 4-5 ay boyunca bitkilerin gelişimi gözlemlenmiştir. Bitkilerin biyoteknolojik ve genetik özelliklerini incelemek amacıyla bazı biyokimyasal stres faktörleri, fotosentetik aktivite indeksleri ve su ihtiyaçları incelenmiştir. Açık alanda yetiştirilen bitkiler askorbik asit, fenolik bileşikler bakımından zengin ve redoks enzimlerinin (katalaz, polifenol oksidaz, süperoksit dismutaz) aktif olduğu gözlemlenmiştir. Açık alanda yetiştirilen bitkilerin yaprak dokusu hidrasyon miktarı % 56-62 olarak saptanmıştır. İn vitro ortamına alınan bitkilerde askorbik asit ve fenolik bileşiklerin değeri daha düşük, kültüre alınmayan bitkilerde ise enzimatik aktivite ve prolin konsantrasyonu daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Fotosentetik aktivitede ve canlılık indeksinde, fotoinhibisyon olmadığı gözlemlenmiştir. Lavandin çeşitlerinin çeşitli kültür koşullarında geniş bir kullanım için daha iyi kapasiteye sahip olduğu bulunmuştur.

Prashar (2004) Linalil asetat (% 51) ve linaloolden (% 35) oluşan lavanta (Lavandula angustifolia) yağı, bilinen bitki esansiyel yağlarının en hafiflerinden biri olarak kabul edilir ve yaraların iyileşmesinde etkisi vardır. Lavanta yağı tahriş olmuş veya alerjik cilt reaksiyonları potansiyeli hakkında iyileşme özelliği olduğu kabul edilir.
Bu çalışma, lavanta yağının test edilen tüm hücre tiplerinde (HMEC-1, HNDF ve 153BR)% 0.25 (h / h) konsantrasyonunda kültüre alınan insan deri hücrelerine (endotel hücreleri ve fibroblastlar) sitotoksik etki göstermiştir. Yağ, linalil asetat ve linaloolün ana bileşenleri de sitotoksisit etkilerini incelenmek amacıyla aynı koşullar altında deneye alındı. Linaloolün aktivitesi, tüm yağların bileşenin de bulunmuştur, bu da linaloolün lavanta yağının aktif bileşeni olabileceğini gösteriyordu. Linalil asetat sitotoksisite değeri, yağın kendi değerinden daha yüksekti, bu da sitotoksit etkisinin yağda bilinmeyen bir faktör tarafından bastırıldığını düşündürmektedir.

A. M. ve ark. (2011) Bu araştırma, İngiliz lavantalarının (Munstead) in vitro ortamında sürgün oluşumunu, kök oluşumundan sonra ex vitro ortamında hayatta kalma yüzdesini incelemek amacıyla yapılmıştır. Bitkilerden iki farklı eksplant (sürgün ucu ve nodal) alınmıştır. Nodal eksplant, sürgün ucu eksplantı ile karşılaştırıldığında en yüksek hayatta kalma yüzdesini, en çok sürgün ve yaprak sayısını ürettiği gözlemlenmiştir. Ortam, farklı tip her eksplant için farklı konsantrasyonlarda hazırlanmıştır. MS ortamına BAP, Kinetin ve TDZ hormonları farklı konsantrasyonlarda takviye edilmiştir. Test edilen sitokininler arasında, 0.20 mg / L'de TDZ en yüksek sürgün sayısını (30.55 sürgün) ve ardından 0.80 mg / L'de BAP (16.50 sürgün) olduğu tespit edilmiştir. Sürgün sayısı en az olan ortam Kinetin konsantrasyonlarıyla hazırlanan ortamlar olduğu gözlemlenmiştir. Ancak en uzun sürgün uzunluğunu Kinetin ile hazırlanmış ortamlardan elde edilmiştir. Ayrıca, MS ortamına 30 gr \ L ve 40 g / L konsantrasyonunda sukroz takviye edilmiştir, en fazla sürgün ve yaprak oluşumu bu ortamda olduğu kaydedilmiştir. Ortama 2.00 mg / L'de IBA eklendiğinde 11.86 kök elde edilmiştir. 1.00 mg / L'de NAA ile takviye edilmiş yarı mukavemetli ortamda elde edilen köklenme ise 21.25 en yüksek kök sayısı olarak kayıt edilmiştir. Ancak NAA'in konsantrasyonları kök uzunluğunu IBA'ya göre azaltmıştır. Elde edilen köklü sürgün bitkiler torf+ vermikülit + tınlı toprak (1: 1: 1 v) karışımına transplantasyonu yapılmış ve bitkilerin % 90'ı en yüksek hayatta kalma yüzdesine ve sürgünlerin boy uzunluğu 12.71cm'ye kadar arttığı gözlemlenmiştir.

Baydar (2012) Lavender (L. angustifolia var. Silver) ve lavandin (Lx intermedia var. Super A) çeşitlerinde in vitro mikropropagasyon üzerine farklı etkilerini araştırmak için yapılan bu çalışmada lavanta bitkisinin farklı eksplantlarından sürgün ucu ve kök boğumları in vitro ortamına alınmıştır. Sürgün oluşumu aşamasında 2.2 μM benzyladenin (BA) + 2.5 μM indol-3-butik asit (IBA) kullanılırken, köklenme aşamasında 2.5 μM naftalenasetik asit (NAA) içeren MS ortamı kullanılmıştır. Kültüre alınan eksplantlar 16 saatlik ve 3000 lux ışık yoğunluğu altında 25 ± 2 °C' de iklim kabininde gözlemlenmiştir. Her iki aşamada da büyüme gösteren eksplantlarda sürgün sayısı, sürgün uzunluğu, kök yoğunluğu, köklü bitki ağırlığı ve sağ kalım oranları ölçülmüştür. Elde edilen istatistik sonuçları “Super A” çeşidinin sürgün ucu eksplantından elde edilen en uzun sürgün (5.80 cm) olduğu, en yüksek kök ağırlığının ise; ( 1.06 g bitki-1) “Gümüş” çeşidinde olduğu saptanmıştır. Sürgün ucu eksplantında ve en yüksek sürgün sayısı tutma oranı ve kök boğumu eksplantında (1 eksplantta sırasıyla 1.58 sayı ve% 66.9) olduğu saptanmıştır.

Andrysa (2017) Bu çalışma, doku kültüründe kullanılan ortamlara eklenen jasmonik asit konsantrasyonunun uçucu yağ bileşimi üzerindeki etkisini belirlemek amacıyla kullanılmıştır. Lavandula angustifolia uçucu yağlarının bileşimi üzerine kültür ortamına asit ilave edilmiştir. Kimyasal bileşim kütle detektörüne (GC/MS) birleştirilmiş gaz kromatografisi ile belirlenmiştir. Deney, artan JA konsantrasyonu (0.2, 0.5, 1, 1.5 mg ∙ dm-3) ile takviye edilmiş MS ortamı kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Analiz edilen uçucu yağların, ortamdaki JA içeriğine bağlı olarak kimyasal bileşim açısından değiştiği bulunmuştur. Elde edilen tüm uçucu yağlar, σ-cadinen (% 17.06-29.64), borneol (% 6.66-17.47), karyofilen oksit (% 8.30-14.01), τ-cadinol (% 4.87-9.16), beta- karyofillen (% 3.54-6.57), 1.8-sineol (% 1.94-5.87), β-pinen (% 1.48-3.05), sardunil asetat (% 0.56-2.14) ve mirtenal (% 0.65-2.14) konsantrasyonunda bir artış olduğu gözlemlendi.

Parkash ve ark. (2017) Lamiaceae familyasına ait Lavandula angustifolia L.'nin (Lavanta) büyük oranda çoğalması için in vitro ortamında gerçekleştirilmiştir. Kültüre alınan bitkilerden 5 gün sonra sonuçlar gözlemlenmiştir. En iyi sonuçlar 28. günün sonunda elde edilmiştir. Sonuçların yorumlanması için aksiller dal ve yaprak sayısı ve büyümesi ölçülmüştür. Maksimum yaprak uzunluğu (118 mm), sap / sürgün ucu eksplantları ile 15 mg / l IBA'da bulunmuştur. Halbuki 0.2 mg / l, 1.0 mg / l, 5.0 mg / l IBA gibi diğer konsantrasyonlar, toplam dal uzunluğunun sırasıyla 96mm, 102mm ve 101mm olduğunu göstermiştir. Dolayısıyla 15 mg / l IBA, L. angustifolia'nın in vitro kültürlenmesi için en iyi konsantrasyon olduğu gözlemlenmiştir. Öte yandan, sap / sürgün ucu eksplantları ile 2.0 mg / l BAP'de maksimum yaprak uzunluğu (142 mm) bulunmuştur. Oysa 4.0 mg / l, 6.0 mg / l, 8.0 mg / l BAP gibi diğer konsantrasyonlar, toplam yaprak uzunluklarını sırasıyla 119mm, 96mm ve 84 mm olarak gösterdi. Dolayısıyla 2.0 mg / l BAP, L. angustifolia'nın in vitro mikroçoğaltımı için en iyi konsantrasyon olmuştur. Ancak 2.0 mg / l BAP konsantrasyonu, bu konsantrasyonda daha fazla yaprak uzunluğu büyümesi gözlemlendiğinden ve 15 mg / l IBA konsantrasyonundan eksplantlar daha iyi gelişme gösterdiğinden iki ortam karıştırılarak yeni bir ortam oluşturulmuştur. Hazırlanan yeni MS ortamına 2.0 mg / l BAP + 15 mg / l IBA ile takviye edilmiş, en çok kallusun elde edildiği konsantrasyon olmuştur.
Vinh ve ark. Lavanta (Lavandula angustifolia) tıpta yaygın olarak kullanılmaktadır. Lavanta yağı sakinleştirici bir etkiye sahiptir, antispazmodik, solunum yetmezliğini önler. Lavanta korunmalı ve yağ üretiminde biyoteknoloji hakkında derinlemesine incelenmelidir. bu çalışmada 3 farklı ortam kullanılmıştır. Bu çalışmada, MS (Murashige-Skoog, 1962), WPM (Lloyd & McCown 1980), LV (Litvay, 1985) üç farklı ortamda denenmiştir. WPM ortamı bitki büyümesi için en uygun ortam olduğu gözlemlenmiştir. WPM ortamına, BA (0.1 mg / L) hormonu ve sükroz (30 g / L) eklenmiştir ve sürgün oluşumu gözlemlenmiştir. Köklendirme işlemi için IAA hormonu (0.5 mg / L) WPM ortamına ilave edilmiştir. Ortama alınan bitkiler koyu yeşil güçlü lavanta sapı ,bistüri yardımıyla kesilip aktif karbon 1.0 g / L konsantrasyonlarda hazırlanan ortama alınmıştır.

Mitrofanova (2017) Lavanta (Lavandula angustifolia Mill.) Ekonomik açıdan en önemli aromatik, tıbbi ve süs bitkilerinden biridir. Lavanta çoğaltımı için geleneksel teknikler, virüsten ari ve genetik olarak tek tip bitki materyali üretmek için yeterli değildir. Bu çalışmanın amacı, L. angustifolia çeşidinde in vitro ortamda yeni bir hibrit bitki oluşturmak ve çoğaltmaktır Nº 83-91 ('Belyanka'). Ana bitkiler virüs enfeksiyonu analizleri için RT-PCR cihazıyla test edilmiştir. Eksplantlar 0.5-0.7 mm uzunluğunda meristemler apikal ve aksiller tomurcukların uçlarından izole edilmiştir. Eksplantların geliştirilmesi için, büyüme düzenleyicileri ile MS kültür ortamına yerleştirilmiştir. Virüs enfeksiyonun giderilmesi için 5-20 mg L-1 ribavirin kullanılmıştır. Meristem gelişimi 6 gün sonra başladığı gözlemlenmiştir. Kültüre alınan en iyi eksplant gelişimi daha düşük MS ve hormon düzenleyicileri konsantrasyonlarında olduğu gözlemlenmiştir. MS ortamı içerisinde 0.3 mg L-1 kinetin, 0.025 mg L-1 NAA ve 0.25 mg L-1 GA3 ile birden fazla sürgün geliştirilmiştir. 1.5-2 ay sonra, hibrid çoğaltma oranı Nº 83-91 eksplant başına sürgün sayısı 9.8 ve 18.5 ve sürgünlerin uzunluğu sırasıyla 3.8 ve 3.12 cm olarak ölçülmüştür. Mikroproagasyon sırasında sürgünlerin kendiliğinden köklenmesi gözlenmiştir.

Badawy ve ark. Bu çalışma, gamma ışınlamasının uçucu yağ üretimi ve uçucu yağ bileşimi üzerindeki etkilerini incelenmek, BA ve NAA konsantrasyonlarının yanı sıra gama ışımasının Lavandula officinalis kallus dokularının sürgün ve kök oluşumu üzerine etkisi araştırılmak amacıyla yapılmıştır. Gama ışınlamasının kallus performansı ve farklılaşması üzerine etkisi de incelenmiştir. Farklı oranlarda gama ışınları kullanarak (0, 20, 40 ve 60 Gy) sürgünlerden kallus oluşumunu büyük ölçüde etkilediği gözlemlenmiştir. Kallus + sürgünlerin yüzdeleri, sırasıyla 0, 20, 40 ve 60 Gry oranları için% 36, 28, 14 ve 8 olarak saptanmıştır. Kallustan sürgünlerin oluşması BA oranlarını yükseltmekten büyük ölçüde etkilenmiştir. Farklı BA (2, 4, 6, 8 ve 10 mg / L) oranlarının kullanılması sürgün uzunluğu üzerinde önemli bir etki göstermiştir. En yüksek sürgün uzunluğunun değeri (1.18 cm) 10 mg / L BA kullanılarak kaydedilmiştir.

Ahuja (2004), İn vitro ortamda çoğalan sürgünlerin ve kallus oluşum klonlarının biyosentetik kapasitesi uçucu yağ üretimi açısından değerlendirilmiştir. Değerlendirmede, çoğalan filizlerin ve rejenere bitkilerin yapraklarından izole edilen uçucu yağın, toplam yağ içeriğinin % 80'ine karşılık gelen, 25'i tanımlanmış 49 bileşenli kompleks bir karışım olduğu bulunmuştur. Tanımlanan bileşenlerin analizi monoterpen hidrokarbon (% 43), oksijenli monoterpen (% 31), seskiterpen hidrokarbonlar (% 7.4) ve oksijenli seskiterpenler (% 4.0) içermektedir.

Andrade ve ark. (1999), Bu çalışmada, büyüme düzenleyicilerinin Lavandula vera DC'nin in vitro ortamda sürgün çoğaltma ve köklenmesi üzerindeki etkisini değerlendirmek amacıyla çalışılmıştır. Bitkilerden alınan boğum parçaları MS ortamında kullanılmıştır. En yüksek çoğalma oranı, 1.0 mg 1- TDZ (2.25 M) veya BA (2 M) ile takviye edilmiş MS ortamı kullanılarak elde edilmiştir. Bu büyüme düzenleyicilerinin yüksek konsantrasyonlarında hiperhidriklik olduğu gözlemlenmiştir. Değerlendirilen tüm ortamlarda bitkilerin köklenmesi elde edilmiştir. Bununla birlikte, artan NAA konsantrasyonları ve ortamın tuz kuvvetinin azalması ile köklenme oranları ve kök büyümesi artmıştır. Fidanlar başarılı bir şekilde toprağa aktarılmış ve olgunlaşarak büyümüştür. Bitkiler normal bir gelişme göstermiştir. Yüksek homojenlik ve somaklonal varyasyon tespiti gözlemlenmemiştir.

Buchbauer ve ark. (1991), Lavanta dünyadaki en önemli aromatik bitkilerden biridir. Saflaştırma yoluyla çiçeklerinden elde edilen uçucu yağlar uzun zamandır parfüm ve kozmetikte kullanılmaktadır. Ek olarak, bitkinin antioksidan ve tıbbi özellikleri araştırılmaktadır. Ekonomik önemi nedeniyle, başak bileşimi lavanta yağı Harborne ve Williams (2002) ve Lis-Balchin (2002) tarafından geniş çapta incelenmiştir.

Kim ve Cho, (1999), Kimyasal bileşimi ve farmakolojik değerlendirmesi ile Lavandula angustifolia, yıllar boyunca çeşitli çalışmalara konu olmuştur. Bu çalışmaların çoğu , bitkinin anten kısımları ve çiçeklerinin uçucu yağları bölümlerinden çıkarılmıştır. Farmakolojik ve biyolojik testlerde, Lavandula angustifolia ekstraktlarının, fraksiyonlarının ve esansiyel yağının CNS-depresan, anti-konvulsif, yatıştırıcı, spazmolitik, lokal anestezik, antioksidan, anti-bakteriyel ve mast hücresi degranülasyonu inhibe edici etkilere sahip olduğu bildirilmektedir. Fitokimyasal çalışmalar, linalool, linalil asetat ve diğer bazı mono ve seskiterpenler, polifenoller ve luteolin gibi flavonoidler, ursolik asit gibi triterpenoidler ve umbelliferone ve kumarin, bitkinin anten kısımlarının ve çiçeklerinin ana bileşenleridir (Omidbaigi, 2000 ve Renaud ve ark., 2001).

Al-Bayati ve Al-Mola(2008) çok çeşitli mikroorganizmalara karşı etkili antimikrobiyal maddeler olduğunu bulmuştur. Çay kateşinlerinin antimikrobiyal ajan olarak kullanımı ve etki mekanizmaları görülmüştür (Shimamura ve ark., 2007).

Flavonoidler bir grup polifenolik bileşiktir, tüm bitki dokularına, yapraklarına, tohumlarına, kabuklarına ve bitkilerin çiçeklerine yaygın olarak dağılırlar. Flavonlar mikropların yanı sıra böcekler ve diğer bitkiler veya diğer organizmalarla çeşitli etkileşimlerde rol oynar. Ayrıca flavonlar, bitkinin biyokimyası, fizyolojisi ve ekolojisindeki işlevleri açısından insan beslenmesi ve sağlığı için önemli bileşiklerdir. Flavonlar günlük diyetimizde bol miktarda fitokimyasal sınıfı temsil eder ve yenilebilir sebzelerde, meyvelerde, kabuklu yemişlerde, tohumlarda, meyve suyunda ve çayda bulunan bileşenlerdir. Flavonoidlerin, inhibe edici özelliği önemli karsinogenez etkileri olduğuna dair çok fazla çalışma vardır. flavonoidlerin çeşitli aşamaları inhibe edebileceğini gösteren çok sayıda in vitro ve in vivo çalışma ile desteklenmektedir. Bu aşamalar, kanserojenez süreci, yani tümör başlangıcı ve ilerleme gibi (Ren ve ark., 2003).

Örneğin quercetin, kültürde normal proliferasyonu, primer yumurtalık adenokarsinom tümör hücreleri inhibe eder. Genistein, kaempferol, vequercetin insan kolon kanseri hücrelerinin proliferasyonunu inhibe eder (Caco-2HT29). (Madhujith ve Shahidi, 2007). Flavonoidlerin, LDL'yi teatrosklerotik değişiklikleri önlemeye yol açan oksidasyondan koruyan antiaterosklerotik etkileri vardır. (Seeram ve ark. 2006). Ayrıca flavonoidlerin anti-enflamatuar etkileri ve osteoporoz aktivitesi vardır, burada flavonoidler rapor edildiği gibi hem siklooksijenaz hem de 5-Lipoksijenaz yollarını inhibe eder (Nijveldt ve ark., 2001).

Polifenoller, oksidasyon sistemleri çok çeşitli kimyasallarda etkili antioksidanlardır.
Örneğin temizleme peroksili, sulu ve organik ortamlarda radikaller, alkil peroksil radikalleri, süper oksit, hidroksil radikalleri, nitrik oksit ve peroksi nitrit üzerinde etkilidir (Etoh ve ark., 2004).
Ek olarak birçok polifenol serbest başlatmayı önlemek için Cu ve Fe gibi katalizörler Fenton reaksiyonları yoluyla radikal geçiş metal iyonunu bağlayabilir. Ayrıca polifenoller, birincil sistem kültürlerinde ölümsüzleştirilmiş ve dönüştürülmüş hücrelerde lipidlere, proteinlere ve DNA'ya oksidatif hasar belirteçlerini azalttıklarından biyolojik sistemlerde antioksidan yeteneğe sahip olabilirler. (Fedeli ve ark., 2004).
Daha önce, polifenollerin antioksidan aktivitesi özellikle O-dihidroksi grupları
fenolik hidroksil grubunun sayısı açısından açıklanmıştır (Reddy ve ark., 2007).
Son yirmi yılda, iyonlaştırıcı radyasyon kullanımına çok önem verilmiştir. Tarım bilimcileri, radyasyonun biyolojik uygulamalarda güvenli, başarılı ve yararlı bir yöntem haline gelme olasılığını araştırmaktadır. Bundan dolayı radyasyon, bitkilerde genetik varyasyon ve bitki materyalinde mutajenez üretmek için başarıyla kullanılmaktadır. Buna ek olarak, çeşitli mahsullerin verimini arttırmak ve / veya kalitesini arttırmak için uyarıcı bir ajan olarak uygun dozlarda iyonlaştırıcı ışınlarla ışınlama kullanılmıştır (Kovács ve Keresztes, 2002).
Doku kültürü, birçok aynı tipten bitki elde edilmesinde faydalı yöntemlerden biridir. Bitki hücre ve doku kültürü teknikleri doğrudan veya daha geleneksel yöntemlere ek olarak bitki iyileştirmede önemli bir rol oynamaktadır (Torres, 1989). Doku kültürü tekniklerinin çoğaltma için yararlı olduğu bilinmektedir. Ek olarak, kaliteli bitkiler hücre füzyonu ve gen transfer teknolojileri ile elde edilebilir. Birçok türde bitki ıslahı için hâlihazırda çeşitli teknikler kullanılmıştır. (Lindsey, 1992; Dale ve ark., 1993 ve Sato ve ark., 1996a). Çalışmalar, ticari işletmeye uygun yüksek verim elde etmek için, kültürel koşulları optimize ederek, yüksek üreten suşları seçerek ve prekürsör besleme, dönüştürme yöntemleri ve immobilizasyon tekniklerini kullanarak kültürlenmiş hücrelerin biyosentetik faaliyetlerini izole etmeye odaklanmıştır (Dicosmo ve Misawa, 1995).
Bu yöntem birçok tesiste uygulanmıştır (Oosawa, 1994), Lavandula türlerinde, örneğin lavandin (L. officinalis x L. latifolia), L. angustifolia ve L. latifolia. uygulanmıştır (Jordan ve ark., 1990).
Lavandula pratik açıdan, daha verimli bir ajan ve / veya rejenere bitki elde etmek için prosedür geliştirilmelidir.
Bu araştırmada, önerilen doku kültürü tekniği, lavanta bitkilerinin doku kültürü için ek bir faktör olarak, farklı dozlarda gama ışımasının etkisini incelemek için gama ışınlanmış ve ışınlanmamış lavanta bitkileri üzerine uygulanmıştır. Işınlanan ve ışınlanmamış lavanta bitkileri iyice araştırılmıştır. Ayrıca, gammair radyasyon tedavilerinin ardından doku kültürünün uçucu yağ bileşenleri üzerindeki etkisi ve lavanta esansiyel yağı yüzdesi, nihai ürünü ve lavanta üretiminin ana hedefini temsil ettikleri için dikkate alınmıştır.

Lamiaceae'ye ait çok yıllık aromatik bir bitki olan Lavanta, ekonomik olarak tıbbi amaçlar için yetiştirilen en önemli bitkilerden biri olarak kabul edilir. Aktif bileşenlerin çıkarılması amacıyla tıbbi bitkilerin yetiştirilmesi, iklim, mevsim, su mevcudiyeti, hastalıklar ve zararlılar ve doğal olarak büyüyen bitkilerin kıtlığı gibi belirli sınırlamalarla karşılaşabilir. (Pierik, 1987). Bu tür sınırlamalar, bitkilerin çoğaltılması ve aktif bileşenlerin üretimi için doku kültürü tekniklerinin kullanılmasına yol açmıştır.

Lavanta, farmakolojik yönler üzerinde sınırlı çalışma ile fitokimyasal olarak kapsamlı bir şekilde incelenmiştir. Epilepsi ve migren gibi merkezi sinir sisteminin çeşitli hastalıkları için geleneksel tedavi olarak kullanılmıştır. Tıpta kalınbarsak ağrısı ve antimikrobiyal etkilerde antispazmodik olarak da kullanılmıştır (Nadkarni, 1982 ve Usmanghan ve ark., 1997). Ayrıca, lavanta yara, pisuar enfeksiyonları, kalp hastalıkları, egzama üzerinde olumlu etkilere sahiptir ve analjezik, sakinleştirici, antiseptik etkisi vardır (Baytop, 1999). Geleneksel olarak epilepside ve anantispazmodik ve yatıştırıcı ilaç olarak kullanılmıştır. (Gilani ve ark., 2000). Lavanta'nın kan şekeri düzeylerini düşürdüğü belirlenmiştir (Gamez ve ark., 1987).
Gama ışınları iyonlaştırıcı radyasyona aittir ve en çok enerjiye sahip olandır. Yaklaşık 10 kilo elektron volttan (kev) birkaç yüz kev'e kadar enerji seviyesine sahip elektromanyetik radyasyon formudur. Bu nedenle, alfa ve beta ışınları gibi diğer radyasyon türlerinden nesneye daha çok nüfuz ederler. (Kovács and Keresztes, 2002). Özellikle gama ışınları, X-ışınları veya nötronlar gibi iyonlaştırıcı radyasyonlardan kaynaklanan radyasyona bağlı mutasyonların kullanılması, sucul bitki türlerinde morfolojik ve genetik çeşitliliği arttırmak için kullanılan başka bir yöntemdir. Gama radyasyonu, Antirrhinum majus Chrysanthemum morifolium Saintpaulia ionantha gibi birçok bitki türündeki mutasyonları indüklemek için yaygın olarak kullanılmaktadır. (Seneviratne ve Wi jesundara, 2007 ve Wongpiyasatid ve ark., 2007)
Gama ışınları, bitki hücrelerindeki moleküllere, özellikle genetik bilgileri içeren DNA moleküllerine enerji aktarır ve nokta mutasyonları ile sonuçlanır. (Lamseejan ve ark., 2000). Bununla birlikte, DNA'ya verilen hasar hücre tarafından onarılamayacak kadar şiddetli ise, hücre akut gama radyasyonunun Anubias nana üzerindeki etkilerini inceleyerek, ya ölecek ya da farklı radyasyon dozlarının yapraklarda, alacalı yapraklar, cüce bitkiler gibi bitki boyutlarında değişikliklere neden olduğunu bulmuştur.
Nükleer tekniklerin tarımda çeşitli kullanımları vardır. İçinde bitki ıslahı, tohumların ışınlanması, bitki yetiştiricilerinin, erken dönem, tuzluluk toleransı, tane verimi ve kalitesi gibi iyileştirilmiş özelliklere sahip yeni genotipleri seçmelerine izin veren genetik, değişkenliğe neden olabilir (Ashraf ve ark., 2003). İyonlaştırıcı radyasyonlar, aynı tarımsal ürünleri koruma sürelerini arttırmak için sterilize etmek veya bu ürünlerin aynı ülkede veya ülkeden ülkeye ticaretinde patojen yayılımını azaltmak için de kullanılır (Melki ve Salami, 2008). Bazı radyobiyolojik parametreler erken dönemde yaygın olarak kullanılmaktadır. Işınlanmış tahıl taneleri ve baklagillerin tespiti için tohum çimlenmesinin önlenmesi, sürgün ve kök uzaması gibi fizyolojik değişikliklere dayanan yöntemler bildirilmiştir (Chaudhuri, 2002). Buğday tohumlarının ışınlanmasının çimlenme üzerine sürgün ve kök uzunluklarını azalttığını bildirilmiştir.
Gama radyasyonu fizyolojik karakterlerin değiştirilmesi için yararlı olabilir (Kiong ve ark., 2008). Gama ışınlarının biyolojik etkisi, serbest radikaller üretmek için hücredeki atomlar veya moleküllerin, özellikle su ile etkileşimine dayanır. (Kovács ve Keresztes, 2002). Bu radikaller, bitki hücrelerinin önemli bileşenlerine zarar verebilir veya bunları değiştirebilir. Radyasyon dozuna bağlı olarak bitkilerin morfolojisi, anatomisi, biyokimyası ve fizyolojisini farklı şekilde etkilediği bildirilmiştir. (Ashraf ve ark., 2003). Bu etkiler arasında bitki hücresel yapısı ve metabolizmasındaki değişiklikler yer alır. Tilakoid membranların genişlemesi, fotosentezde değişiklik, anti-oksidatif sistemin modülasyonu ve fenolik bileşiklerin birikmesi gibi (Ashraf, 2009). Yüksek dozlarda gama ışınları ile tohumların ışınlanması, protein, hormon dengesi, yaprak gaz alış verişi, su değişimi ve enzim aktivitesinin sentezini bozar. (Hameed ve ark., 2008). Mevcut buğday genotipleri arasındaki sınırlı genetik değişkenlik nedeniyle, Irfaq ve Nawab (2001) mahsulün iyileştirilmesi için yeni bir dönem başlatmış ve şimdi mutasyon indüksiyonu, mevcut germplazmayı takviye edebilen ve belirli özelliklerde çeşitlerini geliştirebilen belirlenmiş bir araç haline gelmiştir. İyonlaştırıcı radyasyonun bitki türleri için mutasyon ve genetik çeşitlendirme üzerindeki etkinliği ile ilgili olarak, bitki çoğalmasında doku kültürünün önemli rolü vardır.
Wang ve ark. (2006) kronik gama ışımasının doku kültürünün tatlı patates (Ipomoea batatas (L) Lam.) üzerindeki etkilerini araştırmış ve yaprak damar rengi ve yaprak şeklini içeren mutasyonları bildirmiştir.

---------- Mesaj eklendi (16:13) ---------- Önceki mesaj (16:12) ----------

Türkiye’de lavanta üretimi her geçen yıl artmaktadır. Örneğin 2012 yılında 509 da olan lavanta alanı 2016’da 5.700 da olmuştur. Üretim miktarı da kuru çiçek olarak 123 tondan 747 tona çıkmıştır. Görüldüğü üzere lavanta alan ve üretim miktarında çok ciddi artışlar olmaktadır. Bu tablodan önümüzdeki yıllarda lavanta ile ilgili ciddi ekonomik büyümeler kaydedilecektir.